İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Hepimiz daha iyi şeyleri hak ediyoruz ve bazen de kendi çölümüze biraz dönmeliyiz… “Serdar Oruç”

Günleme ekibimizden İlayda Çakır, ders BELGELİĞİ mezunumuz Serdar Oruç ile gerçekleştirmiş olduğu bu söyleşide önceki yapmış olduğu söyleşiden izler taşıyarak kendisini yeniden tanıma fırsatı bulduk. Bize bu fırsatı tanıdığı için kendisine çok teşekkür ediyoruz.

Öncelikle biraz kendinden bahseder misin?

Marmara Üniversitesi’ ne 2012 de başladım, Resim öğretmenliğine. 4 yıl boyunca Avni hocanın atölyesinde  çalıştık. Sonrasında da yüksek lisans dönemi de 3 yıl kadar sürdü. Orada da Avni hocanın atölyesindeydim. O yüzden atölyenin dinamiklerini çok iyi biliyorum. Avni hocayla da aile gibi olmuştuk o zamanlardan beri. Onun haricinde resim yapıyorum. Hayatımı resimle geçiriyorum, resimle kazanıyorum, öyle diyebilirim. Kendime dair bunları söyleyebilirim.

Sanatla nasıl tanıştın ve kendini nasıl keşfettin? Biri yardımcı oldu mu? 

Onun kesin bir sınırı yok. Biraz aileyle ilgili. Babam karikatüristti, resim çiziyordu. Çocukluğumuzda bunları görüyorduk ama kalıtsal şeyler de oluyor. Aileden gelen bazı şeylerin aktarılması da oluyor. Bazı şeylere eğilimli oluyorsun. Çocuklukta bile biraz ayrılırsın ya işte herkes çok basit çizer ama bazı çocuklar biraz daha karmaşık çizer. Öyle bir şeydi ve katlanarak devam etti. Kendiliğinden çok doğal bir süreçti. Yani ben kesin sınır bilmiyorum nasıl tanıştım. Bilemem, hep onu istedim ve ona doğru yöneldim.  

Sanat sana ne ifade ediyor? 

Şu an açıklanabilecek bir şey değil, bir anlamı yok aslında. Geçmişte daha anlamlı olabilirdi, daha da geçmişte daha anlamlı olabilirdi. Ama şu an bütününe baktığımız zaman çok karmaşık ve her şey parçalanıyor hiçbir şeyin bütünlüğü yok. Hiçbir şeyin bütünlüğünü sağlayamıyoruz. Daha da parçalanmaya ve değişime uğruyor, uğrama sürecinde daha doğrusu. O yüzden sanat, hangi sanat ne sanatı, resim mi heykel mi işte sinema mı? 

Kendi yaptığın sanat için yani. Şu anda tamam kendine sanatçı diyemiyor da olabilirsin ama geçmişten günümüze kadar yaptığın çalışmalarda amacın ne oldu? 

Bir defa bir amaç gütmedim. Şöyle olmalıyım böyle olmalıyım diye bir şey yapmadım. Açıkçası kesin bir amacım yoktu hiçbir zaman. Her zaman eğilimlerim, içsel yönelimlerim neyse onlara doğru gitmeye çalıştım. Resimde bir duygusal derinlik yaratmaya çalıştım yaptığım sanatla. Resimlerde, yerleştirme ya da heykellerde. Buna kesin bir yanıt veremem. Bence kesin yanıtlar da alamamak lazım. 

Sence resim çizmek bir yetenek mi? Ya da yetenek mi gerektiriyor? 

Bence yaşantı gerektiriyor. Yetenek de değil sadece yaşamak ve biraz aşırı hissetmekle alakalı. Yani birçok farklı deneyim yaşayıp o duygular aşırı yaşanmıyorsa o zaman işte onlar pek bir şeylere dönüşmeyebilir. Gerisi pratikle halledilebilecek şeyler ve kalıtsal olarak da oluyor tabi ki. Bazı insanlar var pratikleri çok iyi, hep iyi ve onu biraz da eğitim alarak çok daha yüksek seviyelere çıkartıyorlar diyebilirim. 

O zaman hissetmek de önemli. 

Kesinlikle. Aşırılıkla, aşırı hissetmekle alakalı. Duygusal aşırılıklar. 

Bunu deyince aklıma geldi. Birçok yazarın da ya da adı sözü çok duyulmuş romanları olan yazarların da bir şeylere karşı yoğun duygusal olması, evet buna katılıyorum galiba : ) 

Evet yoğun hissetmekle alakalı. Geriye kalan şeyde yaratıcılık olmazsa o yoğun aşırı hisler yaşanmazsa eğer o zaman pratiğin de pek bir anlamı olmuyor. Sürekli yapılmış şeyleri tekrar edersin. Görüntü olarak sonuçta bir görüntü ortaya koyuyorsun ya işte portre mi yapacaksın, görünen bir şeyin görüntüsünü mü tekrar edeceksin, izleyiciyle bunun ilişkisi ne olacak, izleyenlere ne vadediyorsun ya da bir şey vadetmeyebilirsin de ama bu soruların kesin cevapları yok. Resim niye yapılır niye yapılmaz.   

Peki kendin çalışmaları yaptığında bu soruları kendine de soruyor musun? Mesela bir resmin başına oturuyorsun bu soruların aynısını kendine soruyor musun yoksa genelde daha çok doğaçlama şekilde mi oluyor? 

Deneme yanılmanın doğaçlama bir şekilde geliştiği zamanlar okula ilk girdiğin, akademiye ilk girdiğin zamanlardadır. Birçok şey denersin. Ben burada nerede varım, bir ağaç çizersin ben bu ağaç resminde miyim, portreden girersin insan resmi yaparsın bu ben miyim dersin. Sonra bu da uzun bir süreçle alakalı. Yavaş yavaş kendinleşir yaptığın işler. O zaman işte daha planlı gitmeye başlar.  

ders BELGELİĞİ ile nasıl tanıştın? Bu sürecin nasıl gelişti mezun olana kadar? 

ders BELGELİĞİ’ne çok fazla fiziki doğrudan katkılarım olamadı.  

Neden? 

Daha çok pratik anlamda ürettiğim şeylerle bir katkım oldu. Çünkü ders BELGELİĞİ’ne verilebilecek en büyük katkı budur. Burada öğrencisindir ve işlerini iyi yapmak zorundasındır. İyi yaptığın zaman da bence en iyi katkı bu olur. İyi bir sanatçı olursun. Yaratıcı, özgün bir sanatçı olursun. ders BELGELİĞİ’ne verebileceğim katkı bence böyle olurdu ben de böyle yaptım. Amaca giden bence bir sürü yol var.

Peki, biraz cevapladın, ben fazla bir şey yapamadım dedin ama ben ders BELGELİĞİ’nin diğer konularında da neler yaptığını merak ettim biraz, var mı bir çalışman? 

ders BELGELİĞİ’ne çok dahil olamadım. Ben daha çok atölyedeydim. Kendi atölyemde ya da burada hep pratiğe odaklanmış durumdaydım. Bir röportaj olacak ya da bir proje olacaksa ona çok katılmak istemiyordum. İçimden gelmiyordu. Ben burada oturup resim yapmak, bir şeyler denemek istiyordum. Ve zamanımı daha çok buna harcadım. Yaptığım işlerle ders BELGELİĞİ’ne destek olmuş oldum. Sonuçta bir sergi açtım mesela ve ders BELGELİĞİ’nin, bu atölyenin bir parçası olarak oradayım. Bunu da herkese söylüyorum. Ben asıl fikirlerimi burada geliştirdim, burada büyüttüm. Ama fiziki olarak ders BELGELİĞİ’ne çok katkıda bulunamadım. Benim dönemimde mesela röportajlara gidenler ya da proje yapan arkadaşlar pratik anlamda benim kadar yoğun çalışmıyorlardı, benim kadar kafaya takmamışlardı. Zaman ve akıllarını ona yoğunlaştırabiliyorlardı.

Peki ders BELGELİĞİ’nin atölye işleyişi sende nasıl bir etki bıraktı? 

ders BELGELİĞİ demeyelim de Avni hocanın yürüttüğü program çok sistemli ve akademikti gerçekten. Her şey olması gerektiği zamanda, zaman aralığında oldu. Resim kurgusuna, sanatın tasarımına ve organizasyonuna dikkat etmek, öğrenme aşamaları hep zamanında öğretildi, konuşuldu. O yüzden iyiydi, gayet iyiydi. 

Peki atölye arkadaşlarınla o zamanlar aran nasıldı, birlikte neler yapıyordunuz? 

Genelde iyiydi. Ama tabi sorunlar da yaşıyordum, yani hatırladığım kadarıyla. Son sınıflara doğru atölyelerde garip bir rekabet olur. Sonuçta herkes duygusal işler yapıyor ve duygularını yüksek yaşıyor. Bazı çekişmeler oluyordu ya da bazen kızışmalar olabiliyordu tabi. Genel olarak iyiydi diyebilirim. 

Yani hepimiz farklıyız, farklı bireyleriz ve hepimizin çalışmalarına baktığımızda çok çok farklı. Bu konuda rekabete girmek mantıklı mı? Bence değil çünkü. 

Tabi ki o saçma bir şey oluyordu. O arkadaşların hiçbiri de şu anda bir şey üretmiyor zaten. Genel olarak iyiydi ve sorun yaşasak da birbirimizden birçok şey öğreniyorduk. O yaşanılan sorunlar bile öğretici oluyordu. Yaşantını pratiğinle birleştirmen lazım. Bir gün mesela sokakta kalırsın, bir bankta uyursun onun da sana kazandırdığı deneyim bir şekilde görünür hale gelebilmeli, yaptığın işerde ortaya çıkabilmeli. Ben mesela yaptığım işlerde bütün o yaşantı deneyimimi katarak bir şeyler oluşturmaya çalıştım, o görüntüyü oluşturmaya çalıştım. O yüzden yaşantıya çok önem veriyorum. Birçok farklı deneyimi de yaşamak lazım. Yani hep böyle konfor alanımızda kalırsak bir süre sonra o yaratıcılığımız da çok konforlu olmaya başlar ve tıkanır. 

Mesela yaratıcı yaratıcılık diyoruz ya, bilmiyorum önceki senelerde nasıldı ama günümüze baktığımda atölye arkadaşlarımla bizde hep bir tıkanıklık oluyor. 2.ci sınıfız ama o yaratıcılık durumunu bir türlü aşamıyoruz, bir tıkanıklık var. Mesela natürmort yapacağız kompozisyon çok tıkanık. Yani nasıl aşacağımı ben kendi adıma bilemiyorum. Bu konuda biraz tavsiye verebilirsen güzel olur. 

Yaratıcı olmak sıfırdan bir veri üretmek aslında. Yaptığımız şeylerin nihai amacı da bu. Hiçbir yerde olmayan benzersiz bir veri üretebilmek çok zor bir şey, sıfırdan bir veriyi başka şeyler ile yan yana gelmeyecek şeylerle birleştirip ortaya bir şey çıkartabilmek. Onun için bilmiyorum ki. Ben yaratıcılık konusunda pek sorun yaşamıyordum. Bunun için ne yapmak lazım pek bilemiyorum. 

O zaman çokça deneyerek mi? 

Deneyerek, izleyerek, görerek. Ve biraz da doğayı izleyerek. İnsanın olmadığı herhangi bir yer artık neresi ise olur, boş terk edilmiş bir bina da olabilir ama insan zekasının müdahalesi olmadığı bir mekan ve zaman içerisinde orayı gözlemlemek ve deneyimlemek bence yaratıcılığı en büyük tetikleyen şey bu. Asıl esin kaynağımızı kendiliğinden olan şeyler şeylerden alırız, doğadan alırız. 

Sen çalışmalarını yaparken nelerden esinleniyorsun? Atölyede birkaç çalışman var ve hepsi çok farklı bir hissiyat bırakıyor. Neler düşünüyordun, nasıl bir amaç vardı çalışmalarında? 

Yani buna kesin bir cevap veremem ama nasıl diyebilirim, genelde karanlık bir atmosfer vardı ve hep bir parçalanma teması, bütünlüğünü koruyamayan bir yapı vardı her zaman. Portrelerde de insan figüründe de insan mekan çalışmalarında da diğer yaptığım hayvan çalışmalarında da hep saklanmış, gizlenmiş, bastırılmış duyguları yansıtmaya çalıştım aslında ve dediğim gibi parçalanma teması da aslında onların genelinde olan şeydi. Oturup da evet böyle bir şey yapmalıyım deyip bir başlık altında bunları toplamaya çalışmadım, bir tema oluşturup o tema üzerinden gitmeye çalışmadım. Bu çok kendi kendine olan bir şey. Çok fazla ürettiğiniz zaman çok fazla denediğiniz zaman o sınırların nerede olduğunu bilemiyorsunuz ki. Ben de orada şaşırıyorum işte çünkü sorduğun soru mesela benim 5 yıllık sürecimi kapsayan bir şey. O 5 yılda yaşadığım, gördüğüm, yaptığım şeylerin yansıması. Acaba nerede neyi düşündüm bilemiyorum ama genel olarak yaşantımızın zorluğu ile alakalı bir şeydi. İnsan yaşantısının iğrençliği ve gizlediğimiz sakladığımız şeyler var. Mesela ‘’Dayanıksız Bağ’’da da tamamen  bu konuyu ele aldım. 

Oraya da geleceğiz : ) 19. Belgelik sergisinde bir röportaj yapmıştın. Orada ders BELGELİĞİ’nin etkisi sorulmuş sana, sen de “dağınık düşünce yapım değişti” demişsin. Bunun hakkında biraz bizi aydınlatır mısın? 

Yani Avni hocanın izlediği atölye programı sistemli. Dediğim gibi her şey olması gerektiği zamanda deneniyor zaten amaç da bu aslında tamamen tasarımla ilgili bir şey yani burada bir görüntü oluşturacaksam eğer heykel olur, resim olur ya da video sanatı olur yani bunun tasarımıyla alakalı problemdir. Bu tasarım türünü edinemezsen o zaman bu dağınık düşünce yapısı organize olup anlamlı bir dile dönüşmeyebilir, dönüşmez. Aslında resim de bir dildir. Herkes kendi dilini oluşturur. O duygusal bir dildir ve herkesle kontak kurabilmelidir.  Dağınık düşünce yapısı orada bir şekilde organize olmaya başladı, düşüncenin ifade biçimi olarak görüntüler oluştu ve o görüntülerin geometrik yapıları var. Geometrik yapıları nasıl kurgulayıp da anlamlı bir dile dönüştürebilirsin onu burada öğrendik tabi ki o da Avni hocanın programıyla.  

Anlamanda ve öğrenmende ders BELGELİĞİ notlarının da bir katkısı oldu değil mi orada okumamız gereken kitap isimleri de var mesela. 

Tabi ki de oldu. Orada mesela felsefeyi de anlamak gerekiyor, varlık felsefesini de doğa felsefesini de anlamak gerekiyor. ders Belgeliği biraz da onlara doğru yönlendiriyor, en azından bir başlangıcın ipuçlarını veriyor ve biraz daha derinlemesine araştırmak istiyorsun. Hangi tema senin probleminse o konuda ilk girişi çok güzel sağlıyor, ilk fikirleri çok güzel veriyor. Böyle bir şey aslında bir kitap ders BELGELİĞİ ders notları. Bu konuda yardımcı oldu tabi. O eksik olsaydı çok da öykünerek işler üretebilirdim. Aklıma bir şey geliyor pratiğini de çok geliştirmişim mesela, çok iyi insan yapıyorum çok iyi işler, bir şeyin görüntüsünü aktarabiliyorum ve onu farklı atmosferlerde de yapabiliyorum ama bu çok sistemsiz olurdu, amatörce olurdu, kurgusu amatörce olurdu. Mesela başka okulların atölyelerinde buna benzer şeyler görürüz. Tabi hep öyledir demiyorum ama bir şeyleri sadece rastlantısal olarak koymuştur ya da canı öyle istemiştir öyle koymuştur ama plastik sanatlarla uğraşıyorsak asıl çözmemiz gereken dil soyut dil aslında. Çünkü yaptığımız şey soyut bir şey. Çünkü o kadrajın kenarları soyut, tuvalin kenarı dikdörtgen. Ya da bir video sanatı, sesle ilgili bir şeyler yapıyorsan onun süresi mesela bir kadrajdır, yine soyuttur yani sonsuzluğun bütününden ayrılmış soyut bir parçadır. O yüzden soyut dilin biçimsel ilişkilerini, şifrelerini çözmek gerekiyor ama bunun da kesin kuralları yok. Temel sanat ilke ve ögeleri var mesela bunları çok iyi bilmek ve organizasyonda bunu kullanmak gerekiyor ve bunun üstüne içeriği yerleştirmek gerekiyor kesinlikle. 

Şehir yaşantısı üzerine de birkaç şey söylemişsin, insanın şehirde değil de daha çok doğal alanda çalışmasının daha yararlı olacağını düşünüyorsun sanırım? 

Gözlemlemekle alakalı bir şey. Sıfırdan bir veri üretmek için sadece insan zekasının ortaya koyduğu konforlu bir mekan içerisinde o veriyi, o yaratıcılığın verilerini üretemeyebilirsiniz. Doğayı gözlemlemek gerekiyor çünkü sanat ya da bilim her zaman esin kaynağını doğadan alır, almıştır. Çünkü saf olan odur aslında ama bunun için illa dağda yaşamaya, kasabada yaşamaya, balıkçılık yapmaya gerek yok. Yani bir tane örümceği bile, küçücük bir örümceği bile izleyebilirsiniz saatlerce. O bile size birçok şey öğretecektir. Ben bunu yapıyorum, yani duvarın köşesinde minicik bir örümcek vardır ve orada avını bekliyordur. Minik bir sinek oraya yapışır ve çok dikkatli bir şekilde sineği öldürmeye çalışır. Onu saatlerce izlersiniz ama bu tabi birçok insana aptalca gelebilir. Bunu gözlemlediğiniz zaman sadece kendi formunuza ait bir gezegen olmadığını anlıyorsunuz ve size bir şekilde esin kaynağı oluyor. Tabi bu doğrudan bir esin kaynağı olmaz. Örümcek görünce örümcek resmi yapmazsınız ya da örümcek videoları çekmezsiniz ama bu dolaylı yoldan bilinçaltınızda birçok şeyi tetikler ve birçok derinlik oluşturur. Yine bütüncül düşünceyle alakalı bir şey. Şehir yaşantısı biraz daha bizi ayırıyor bir şeylerden. Sanki her şeyi paketli, fabrikadan çıkmış gibi çok steril bir laboratuvar ortamında yaşıyormuşuz gibi hissediyoruz ama bütününe baktığımız zaman bir gezegendeyiz ve bu gezegendeki bütün canlılar arasında, canlı ve cansız varlıklar arasında bir ilişkiler ağı var bunları da düşünmek ve gözlemlemek gerektiğini düşünüyorum. Ne yapılacaksa, bir sinema filmi bile, bir senaryo bile yazılacaksa bu gözlemlerin yapılması gerekiyor. Çok farklı şeye bakmak ve bunların ilişkilerini kurmak gerekiyor. 

Peki sence şehir yaşantısının etkisinin azalıp ya da artma gibi bir durumu olabiliyor mu seneler geçtikçe? 3 yıl önce söylemiştin sanırım, şu anda da aynı mı düşünüyorsun? 

Şu andaki şehir yaşantısı, mesela bizim bulunduğumuz şehir yaşantısı cehenneme çok yakın bir biçim aslında. Çok berbat bir yaşantı. Çok kalabalık, çok kötü insanlar var. Yani mutsuz olmak için birçok neden bulabiliyorsunuz. Bu çok zararlı. Bu hepimize zarar veriyor aslında ve artık bu sistemin dışındaki başka bir şeye çok daha fazla ihtiyacımız var. Çok fazla yalnız kalabilmeye ihtiyacımız var çünkü çok sıra dışı bir ortamda yaşıyoruz ve bu bize gerçekten fiziksel ve duygusal olarak çok zarar veriyor. Yani normal koşullarda yaşamıyoruz, daha da kötüye gidiyor her şey ve artık çok lokal yerler birbirinden ayrılmış durumda. Bir semtte gidiyorsunuz orada çok daha sert koşullar var, başka bir semtte çok daha farklı iyi koşullar var. İnsanlar çok daha farklı davranıyor ve artık bir şeyleri kurgulayabilmek, bir şeylere konsantre olmak da çok zor çünkü gerçekten sıra dışı bir şey yaşıyoruz yani distopyada yaşıyoruz : ) Cehenneme çok yakın bir şey gerçekten de bu gerçek : )  o yüzden pek de bir şeyin aslında anlamı kalmadı, anlamını yitirmeye başladı. Anlamı olan şey şu; bu zor koşullarda hayatta kalabilmek. Yani bu hayatta kalabilmeyi ne sağlıyorsa ona yaklaşmalıyız, bunun karşıtı neyse ondan uzaklaşmalıyız, maalesef böyle oldu.

Peki bu her şeyin anlamını yitirdiğini düşünmendeki sebep, gerçek olabilir ya da yanlış olabilir ona bir şey diyemem, mesela bu okula girdin çıktın, o süreçten bugüne kadar geldin, beğenmediğin şeylerin olduğunu söyledin, onların etkisi var mı yoksa o dönemlerde bu okula girdiğinde de mi böyle düşünüyordun? Bir anlamı olmadığını mı düşünüyordun yoksa bu şu an ki düşüncen mi? 

Öncelikle bir anlam arayışında değildim ama bir şeylerin anlamı olabilmesi gerektiğini fark ettim. Fakat giderek azaldığını yakın zamanda fark ettiğimi söyleyebilirim ama bu tabi ki şey değil, her şey anlamını yitirmeye başladı, bir çukur kazıp içine atayım kendimi ve oradan çıkmayayım, gibi bir düşünce yapısı değil. Tabi ki resim yapmaya devam edeceğim, diğer şeyleri yapmaya devam edeceğim ama bunu çok daha içten bir şekilde yapabilirim. Mesela burada öğrenciyken hep bir sergileme, etkinliklere katılma isteği oluyor ama siz kendi sürecinize girdiğinizde, kendi içsel eğilimlerinize yaklaşıp o dili çözebildiğiniz zaman, yansıtabildiğiniz zaman zaten bir şeyler size geliyor. Onları bir yerlerde göstermek istiyorsunuz, insanlar onları görmek istiyor. Öyle diyebilirim yani anlamını yitirmiş olması da benim için önemli bir problem değil. 

Atölyeden mezun olduğunda sende en çok etki bırakan şey ne oldu? 

Diğer atölyeleri, okulları gördüğüm zaman anladım, etkilendim ya da şaşırdım diyebilir miyim, yani alışık olduğum için normal bir koşulmuş gibi geliyordu çünkü buradaki konuşmalar sanat, felsefe üzerine olan konuşmalar ya da yaptığımız işler üzerinden ilerlettiğimiz, atölye hocası ile beraber ilerleyen konuşmaların başka yerlerde bu kadar olmadığını gördüm. Daha çok insanlar kendi başlarına kalıyorlar ve kendi başlarına bir şeyleri fark etmeye çalışıyorlar. Beni etkileyen şey buradaki konuşmalar oldu, atölye konuşmaları oldu. Çünkü bu ortamı başka bir yerde bulamıyorsunuz gerçekten ve hep onu devam ettiriyorsunuz. Atölyeden arkadaşlarınız geliyor, eski atölyeden okuldan ve yine bir bakıyorsunuz o konuya girmişsiniz, bu atölye konuşmaları devam ediyor. 

Hala görüşüyor musunuz, topluca etkinlikler yapıyor musunuz? 

Hayır ben o kadar sosyal bir insan değilim. Sadece bir iki arkadaşım var onlarla görüşüyorum. Biri ile de zaten atölye açmıştık hala devam ediyoruz. Onlarla görüşüyorum, çok fazla görüştüğüm insan yok.

Çok fazla insan olmaması güzel bir şey hayatında ama az insan olunca da bilmiyorum sanki bir şeyler olabilirmiş gibi hissediyorum. 

Yani bu zamanını ve enerjini ne için kullandığınla alakalı bir şey. Zaman ve enerjini insanlarla da harcayabilirsin, kendini kapatıp kendi yeteneklerini, pratiklerini geliştirmek için de kullanabilirsin. Bu seçimler aslında biraz yön veriyor. Yani karar vermiyorsun çok da fazla. Hepimizin farklı kişilikleri, ruh renkleri var o da tabi yön veriyor ama benim her zaman tercihim zamanımı ve enerjimi kendi yeteneklerimi pratik ve yaptığım işleri geliştirmek üzerine harcamak oldu. Evet sosyal olmak güzel bir şey ama o insanı tüketen bir şey, zihnini de tüketen bir şey. 

Ne kadar çok insan tanırsan aslında o kadar farklı bakış açısı yakalayabiliyorsun kendine bir şeyler de katabilirsin. 

Kiminle beraber olduğuna göre değişir.  

Bu insanları da sen seçersin aslında kendine bir şey katabilecek insanları seçmez misin, hayatına almaz mısın mesela?  

İnsanlar konusunda hiçbir şey bilmiyoruz ki. Çünkü çok değişken ve çok fazla olasılıklar zincirinin etkisiyle bir şey görüyorsun. Bir şey sana yansıyor ama hiçbir fikrin yok çünkü çok fazla olasılıklar gelmiş ve en son sana bir şey yansıyor ve sen bir şey sanıyorsun ama aslında değil ve bir süre sonra sana zarar vermeye başlıyor, çünkü insan da çok değişken. 

Zarar verdiği an hayatının dışında bırakamaz mısın? 

O kadar kolay olmuyor işte. 

Anladım. Şu anda açmış olduğun sergiye geçmek istiyorum. ‘Dayanıksız Bağ’ isimli sergin var ve bu sergiden bize biraz bahsedebilir misin? 

Tabi ki. Son yaptığım işleri kapsıyor ‘Dayanıksız Bağ’. Hayvanlar, portreler ve en sonunda dayanıksız bağın olduğu bir sergiydi bu. Portrelerde, hayvanlarda yine aslında aynı tema var. İşlere biraz baktıysanız parçalanmış yüzler var, portrelerde amorf biçimler var, kimin olduğu belli olmayan irinli, içinden kanlar çıkan portreler. Orada aslında tüm o bahsettiğim şeylerin bir özütünü gösteriyorum. Kemiksizleşmeyi, kendimize ördüğümüz o duvarların anlamsızlığını. Göstermeye çalıştığım işlerde, portrelerde ve hepsinde biçim ve anlam olarak bir bütünlük var farklı bakıldığı zaman, anlaşılmaya çalışıldığı zaman. Hayvanlar biraz daha eski çalışmalar ama hepsini beraber sergilemek istedim. Dayanıksız Bağ da aslında hayvanların arkasındaki duvardı çok daha uzakta görünen, sadece yapısından işaret veren belirsiz bir yapıydı. Duvarın önünde olan karmaşa bitmiş ve sadece o çıplak duvarı görüyoruz, o duvarın en zayıf noktasını görüyoruz. O en zayıf noktasından kırıldığı yerdeyse bilinmezliği, bilinmezliğin biraz da ürkütücülüğünü göstermek istedim. 

Bunun için mi “Dayanıksız Bağ” koydun serginin adını? 

Evet bunun için Dayanıksız Bağ. Aslında bizi tanınır hale getiren tüm bağların en dayanıksız yerden koptuğu, parçalandığı yeri; o sınırı, o tehlikeli sınırı göstermek istedim. Bundan sonra da hiçliğe doğru gider yani biçimsel bir hiçliğe doğru gider muhtemelen. Sürekli bir yaklaşmaydı aslında yaptığım işler. O yüzden bu kişisel sergimde hayvanlardan, portrelerden ve en son o duvarın sınırına kadar götürmek istedim izleyiciyi. 

Güzel düşünce. 

Teşekkür ederim. 

Peki sergi açma süreci nasıl oluyor, bunu kendim merak ettiğim için soruyorum. 

Sergi açma süreci, bir defa öğrenciyken bütün etkinliklere katılmak, başvurmak lazım. Bir portfolyo, portfolyonda göstereceğin katıldığın sergiler. Yarışma sergileri bunun için çok kıymetli aslında çünkü orada kendini gösterebileceğin ve biraz da galeri sistemini tanıyabileceğiniz kalabalık grup sergileri oluyor ve bunlara katıldıkça, insanlar sizi gördükçe başka, daha bireysel galerilerle de anlaşabilirsiniz. Ama kesinlikle bunlar öğrenciyken yarışma sergilerine katılmaktan geçiyor. Ödül almak amacınız olmasın, sadece sergilenmesi olsun. Orada anlıyorsunuz nasıl bir sistem olduğunu. Daha sonra galerilere başvurabilirsiniz, portfolyo gönderebilirsiniz ya da galeriden size teklif gelebilir. 

Yani galeri sahibi çalışmalarını beğenirse alıyor sergiliyor. Böyle mi? 

Yani evet küratör sizinle iletişime geçebilir eğer sergilenmeye uygunsa ya da siz mail olarak gönderirseniz o bakar, bir konsept vardır ve o konsepte uygunsa sizin yaptığınız iş, sergiye dahil ol der. Öyle küçük küçük adımlarla başlar diyebilirim. 

Bu kaçıncı kişisel sergin? 

Bu ilk kişisel sergim ama birçok sergim oldu. Onlarca sergiye katılmışımdır öğrencilik zamanından beri. Son 5 yıldır da ikili üçlü sergilere katılıyordum. Labirent sanatta çalışıyordum. Hala onlarla beraberim ama sergi dediğim gibi çok önemli değil ve yorucu da bir şey aslında. Bundan sonra sergi açar mıyım bilmiyorum. Ya da açmak için çaba gösterir miyim onu da bilmiyorum. Çünkü gerçekten o da yorucu bir şey yani. Büyük tuvalleri yapıyorsunuz ya da artık neyi sergileyeceksiniz onun bir hacmi oluyor. Onu yapmak için bile mesai harcamanız lazım. Ciddi zaman ve enerji harcamanız lazım, bunu depolamanız lazım, sergilemeye uygun bir hale getirmeniz lazım ve bunu taşımanız lazım. Bu gerçekten çok çok büyük bir emek. Bu kadar yeterli bence, bu kadar yeterli. 

Son olarak bu röportaj hakkındaki düşüncelerini konuşalım. 

Teşekkür ederim düşüncelerimi dikkate aldığınız ve belgelediğiniz için, beni mutlu etti. Bir de kaç yıl oldu yani çok uzun zaman oldu önceki konuşmadan beri. Bu da garip bir şey aslında, buradan geçen bir insanın düşünceleri arasındaki bir farklılık da burada ölçülebilir. Burada çalışan insanlar için de belki kıymetli bilgiler sağlayabilir, bir şeyler verebilir, katabilir. Çok da umutlu bakmıyorum aslında işlere, her şeye. Çünkü çok sıkıcı, gerçekten bence daha iyi şeyleri hak ediyoruz. Hepimiz boşluğu hak ediyoruz ve boşluk hissini hak ediyoruz. Yani bu çok kıymetli bir şey. Mesela ufku görebilmek ya da uzakta bir ağacı görebilmek ve orada hissedilen şey çok kıymetli bence. Umarım bir şeyler düzelir. Ama o boşluk hissini kendi kafamızda da, kendi zihnimizde de yaratabiliyoruz yani kendi içine dönüp resim yapmak, üretmek artık ne üretiliyorsa, işte o bunu sağlıyor. Aslında kendi çölüne çıkıyorsun, çölde düşünebiliyorsun. Kendi çölümüze biraz dönmemiz lazım. Biz biraz şanslıyız, yani kendi mikro alanımızda, mekanımızda bütün kötülüklerden uzaklaşıp fikirlerimizi ve yaratıcılığımızı harmanlayıp ortaya bir şey koyabilme şansımız var. Bence akıl sağlığımızı yerinde tutan şey de o. Son olarak işlere devam ederim, yani resim yapmaya devam ederim ama bu eskisi kadar çok sık olmaz. Bir mesai bir iş gibi çalışmam herhalde, daha seyrek olur. Teşekkürler her şey için. 

Ben teşekkür ederim.

 

Söyleşi: İlayda ÇAKIR

Söyleşi Tarihi: 30.05.2022

Metin Düzenleyen: Gamze AKBABA

 

 

 

 

 

 

 

Yazar

Semra Güler
Semra Güler

İlk yorum yapan siz olun

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

ders BELGELİĞİ © 2024 Tüm hakları saklıdır.