Baksı Müzesi, Türkiye’nin Bayburt ilinde, Bayraktar köyünde bulunan bir sanat ve kültür müzesidir. 2010 yılında sanatçı ve akademisyen Hüsamettin Koçan tarafından kurulmuştur. Müzede çağdaş sanat eserleri ve geleneksel el sanatları sergilenir. Aynı zamanda çeşitli sanatçıların eserlerini sergileyen geçici sergilere de ev sahipliği yapar.
ders BELGELİĞİ, başlangıçta belgeleme fikriyle ortaya çıkmış, ancak zamanla genişleyerek bir “müze” niteliği kazanmıştır. Bu proje, öğrencilerin desen, resim, heykel gibi sanatsal çalışmalarını düzenli olarak arşivleyerek, hem eğitim sürecinin bir parçası olmuş hem de sanatsal üretimlerini topluma sunmalarına olanak tanımıştır. ders BELGELİĞİ atölye öğrencileri ve mezunları bu oluşum için çalışmalarına devam etmektedir. Bu noktada Baksı Müzesi dB Müzesi için bir örnek olarak görülebilir.
ders BELGELİĞİ öğrencisi Ezgi KAPLAN’ın Baksı Müzesi Yaz Atölyesindeki deneyimlerini konuştuk!
Baksı Müzesi yaz atölyelerine katılmaya nasıl karar verdin?
Doğa-sanat ilişkisi üzerine düşünmek, doğayı izlemek beni ve çalışmalarımı doğrudan besleyen şeylerin başında geliyor. ders BELGELEĞİ kollarından BELGELİK Ağaçlarında gönüllü olarak çalışıyorum biliyorsun. Dolayısıyla doğayla ilgili olan pek çok şey oldukça ilgimi çekiyor. Okulda yaz dönemine girerken doğanın içerisinde olabileceğim bir alanda üretme isteğim vardı ve tam da bu dönemde Baksı Müzesi’nin Ütopya Atölyeleri çağrısına denk geldim. Baksı Müzesi’ni zaten öncesinde de takip ediyor ve merak ediyordum. Sonra başvurdum ve kabul aldım.
Mehmet Kavukçu’nun atölyesinde katıldığınız süre boyunca genel olarak nasıl bir deneyim yaşadın?
Mehmet Kavukçu iklim ve doğa üzerine çalışan takip ettiğim sanatçılardandı. Baksı coğrafyasında kendisinin yürütücülüğünü yapacağı bir atölyede yer almak öncelikle beni çokça heyecanlandırdı. Ve özellikle benzer alanlarda dert edinmiş insanlarla birlikte ortak bir üretim içerisinde olmak da kıymetliydi benim için. Ama atölye süresi boyunca genel olarak hissettiğim önemli bir duygu vardı; bizler İstanbul’da ya da benzer şehirlerde doğa üzerine okuyup yazmaya, hissetmeye, üretmeye çalışırken aslında pek çok şey oldukça suni kalıyor. Gerçekten doğanın içinde benzer eylemler çok daha derinden hissedebildiğimiz bir hal alıyor ve gerçek anlamda vücut bulabiliyor. Örneğin içerisinde yer aldığımız Baksı Müzesi de doğanın içerinde var olurken doğrudan yörenin mimari geleneğinden ilham alınarak oluşturulmuş ve her şey bir noktadan sonra birbirini oldukça bütünlüyordu aslında burada.
Mehmet Kavukçu’nun sanatı veya öğretim tarzı seni nasıl etkiledi?
Mehmet Hoca’nın atölyedeki sohbetleri esnasında söylediği bir söz vardı, bunu kendime hatırlatarak başlamak isterim, ve sanırım Baksı’yı ve Ütopya Atölyesi’ni hatırlarken bu cümleyi hep hatırlayacağım;
“Sanatçı maddeyle ilişkisel bir bağlantı kuramıyorsa anlattığı ne olabilir ki!”
Aslında bu söz benim pek çok şeyin özünü kavramam için yeterliydi. Ve zaten doğaya yaklaşırken de böylesi bir bağlantı içerisinde olduğumu söyleyebilirim. İnsanın hissetmediği bir şeyi anlayabilmesi ve bu anlam üzerinden sanatsal bir üretime yönelmesi pek kolay olmasa gerek… Ya da aksinin yeterince samimi olabileceğini düşünmüyorum. Atölye sürecimiz öncesinde hocamızın özellikle performans sanatına ilişkin olarak verdiği bilgiler ve paylaştığı kişisel deneyimleri bizler için oldukça kıymetliydi, Erzincan’dan Baksı’ya Performans Süreçleri’nden birisi için doğrudan izleyici olma imkanı bulmak da önemli bir fırsattı. Ortak performanslar öncesinde tüm hazırlıklar bir imece ruhu ile tamamlandı ve aslında süreç boyunca bu durum hep vardı. Bireysel üretimlerimizde ise hocamız fikirlerimizi geliştirmek ve daha iyisine ulaşmak konusunda araştırmacı bir tutum içerisinde olmamızı sürekli olarak destekledi ve özgün fikrimizi savunmamız noktasında da bıraktığı hep bir kapı aralığı vardı. Ayrıca hocanın öğrencisine hissettirdiği samimiyet ve güven algısı bu kadar kısa süreli bir atölye için dikkat çekiciydi. Hocanın öğretim metodu ve öğrenciye yaklaşımı açısından ileride sanat eğitimcisi olacak bireyler için önemli ve hatırlanası bir karşılaşma alanı yarattığını da ayrıca belirtmek isterim.
Atölye başlamadan önce beklentilerin nelerdi? Bu beklentiler karşılandı mı, yoksa deneyimin sırasında farklı şeyler mi öğrendin?
Ütopya Atölyeleri doğa-sanat ilişkisi üzerine düşünebileceğim, benzer alanlarda kafa yoran insanlar ile paylaşımda bulunabileceğim ve bu alanda uzun zamandır üretimler yapan kıymetli bir hocanın, Mehmet Kavukçu’nun yürütücülüğünde ortak ve bireysel üretim yapabileceğim bir atölye olması itibariyle merak uyandırıyordu benim için. Atölye’ye başlamadan önce benzer beklentiler içerisindeydim. Ancak hesaba katmadığım şey Baksı Müzesi’nin etkileri ve coğrafyası oldu. Öncelikle daha önce benzer bir coğrafyada hiç bulunmamıştım. Buranın iklimi, renkleri, bulunduğumuz tepenin etrafını dolaşan Çoruh Nehri, güneşin doğuşu, gün boyu izleyebileceğim salt tepelerin hakim olduğu bir boşluk ve sessizlik… Bunlar benim çok fazla tahmin edebileceğim şeyler değildi ve beni oldukça iyi hissettirdi, bireysel olarak ürettiğim çalışmayı da olumlu anlamda etkilediğini söyleyebilirim. Baksı Müzesi’nin benzer şekilde ilham veren bir atmosferi var. Bölgenin özgün kültürü ile çağdaş sanatın kesiştiği bir yerde duruyor müze ve bunu bir köyde, eski adıyla Baksı yeni adıyla Bayraktar Köyü’nde gerçekleştiriyor. Atölye sürecinde Baksı Müzesi’nin kurucusu
olan Hüsamettin Koçan Hoca ile zaman zaman bir araya gelmek ve hayata ve sanata dair tecrübelerini dinlemek bizler için oldukça öğreticiydi. Genel olarak süreci değerlendirdiğimde beklentimin ötesinde yer aldığını söyleyebilirim.
Atölye boyunca ürettiğin çalışmandan bahsedebilir misin?
Ütopya Atölyesi’nin ilk günü Mehmet Kavukçu eşliğinde Baksı Müzesi’ni ziyaret ettikten sonra Müze’nin etrafında kısa bir tura çıktık ve Huykesen Ağacı’nı görerek dileklerimizi ağaca ve performansının bir bölümünde Mehmet Hoca’ya bağladık. Bu ilk gün ve yaptıklarımız yörenin coğrafyasına, doğa ile olan ilişkimize, performans sanatına ve müzeye dair bir keşif niteliğindeydi ve sonra ilk eskizlerimizi/fikirlerimizi Mehmet Hoca ile paylaştık ve ikinci gün atölyede çalışmaya başladık. Atölyeye girdikten ve var olan malzemeleri gördükten sonra fikrimi sınırlı malzeme ve mekanı öne çıkararak gerçekleştirmek istedim. Atölyeye girerken ilk dikkatimi çeken ışığın etkili bir biçimde süzüldüğü tavandaki oval camlardı. Ve zaten eskizlerimde de oval biçimler dikkat çekiyordu. Atölyede dikkatimi çeken bir başka ayrıntı mekanın akustiği oldu ve bu akustikten etkilenerek hareketi de işin içine sokmak istedim. Kullandığım malzemeler; iki adet demir çember, naylon, hasır iplik ve doğadan topladığım kurumuş dal parçaları oldu. Çemberin etrafını başlangıçta yarım tur sonrasında ise tam tur olacak şekilde naylonu dikerek kapladım. Oluşan silindir formunu bir avize mantığı ile atölyenin tavanındaki pencerelerden birine sabitledim. Sonrasında ise Baksı’nın yamaçlarından topladığım kurumuş olan dalları, çalı çırpıyı, bir keven parçasını hasır iplikle sabitleyerek yeni bir ağaç dalı formu oluşturdum ve tavandan aşağıya sarkan silindir formunun içinden aşağıya sarkıttım. Denediğim versiyonlarda silindir formunun tam altında kurumuş bir ağacın soyulmuş kabuğu/ toprak birikintisi/ oval bir ayna da yer alıyordu. Ayrıca kurmuş olduğum yerleştirmenin mekandaki hava akışı ile hareket ediyor oluşu ve ışığın yer değiştirmesi ile bulduğu anlamın da değişkenlik gösterebildiğini belirtmeliyim. Hazırladığım çalışma anlam bakımından farklı yönleri içerisinde barındırıyor olmakla birlikte temel olarak insanın doğayla olan ilişkisine dair bir eleştiri niteliği taşımaktadır. Baksı Müzesi’nden ayrılmadan önceki son gün Hüsamettin Hoca ve Mehmet Hoca ile birlikte aldığımız karar ile iş üzerinde yapmam gereken bazı revizeler oldu ve yetiştirebilmek için atölyede sabahlamaya karar verdim. Bu da benim için unutulmaz bir deneyimdi. Atölyenin bir ucuna yuva yapmış bir yarasanın zaman zaman tavandan uçuşu, bir arkadaşımın beni yalnız bırakmamak için yerde taş zemin üzerinde uyuyakalışı, dışarıdan gelen kurt sesi olduğunu düşündüğüm sesler beni yalnız bırakmadı. Akustiği böylesine iyi bir atölyede gece sessizliğinde en sevdiğim ezgileri dinleyerek bir iş üretmek ve sabah 5.00 gibi güneşin doğuşunu izlemek Baksı’yı ve ürettiğim işi hatırlarken mutlaka aklıma gelecektir…
Atölye sırasında karşılaştığın en büyük zorluk neydi? Bu zorlukla nasıl başa çıktın ve bu süreç seni nasıl geliştirdi?
Atölye sırasında karşılaştığım demeyeyim de karşılaştığımı sandığım en büyük zorluk zamanın oldukça sınırlı oluşuydu. Çünkü atölyemiz 22-26 Temmuz zaman aralığını kapsıyordu. Gözlemlemek, araştırmak, taslaklar oluşturmak ve bunların sonucunda bir iş sunmak için çok kısıtlı bir süremiz vardı. Ancak bu beni açıkçası çok fazla zorlamadı. Bunu etkileyen en önemli etmenlerden biri ders BELGELİĞİ’nde edindiğim çalışma disipliniydi. Ayrıca mekan itibariyle dikkatimi dağıtacak çok fazla uyaran da yoktu. Bulunduğumuz coğrafyayı keşfettikten sonra birkaç eskiz alarak işe başladım ve bunu Mehmet Hoca ile paylaştım, ilk fikrime olumlu yaklaştı ve sonra sürekli olarak deneyerek devam ettim. Hatta ilk biten işlerdendi benim yaptığım çalışma, sonrasında hocalardan gelen revize önerilerini tamamlamak için dahi zamanım oldu. Bu sürecin ilerleyen zamanda katılmam olası olan atölye, çalıştay vb. organizasyonlar için kısa sürede bir çalışma üretmem konusunda deneyim kazandırdığını söyleyebilirim.
Atölye ortamı nasıldı? Diğer katılımcılarla olan etkileşimler deneyimini nasıl etkiledi? Ortak çalışmalar veya fikir alışverişi gerçekleştirdiniz mi?
Atölyede farklı şehirlerden gelen katılımcılar vardı. Öncelikle her birinin farklı bir kültürün taşıyıcısı olması atölye için zenginleştirici bir unsurdu. Katılımcıların hepsi mezun sanatçı adayları idi ve farklı çalışma alanlarında yer alanlar ve akademik kariyerlerine devam edenler vardı. Aralarındaki tek lisans öğrencisi bendim. Karşılıklı olarak birbirimizden öğrenebildiğimiz sohbetlerimiz, ortak çalışmalarımız oldu. Kısa süre içerisinde bir birlik ruhu içine girmek ve ortak hareket edebilmek de bence önemliydi. Aslında bu sadece atölye üretimi için de geçerli değildi. Örneğin müzenin mutfağında yemeklerin hazırlanmasında, servislerin yapılmasında ve ortamın toparlanmasında da herkes üzerine düşen sorumluluğu yerine getirdi. Aslında buradaki işleyiş, her konu başlığında benzer bir örgütlenmeyi sunuyordu. Müzenin ulaşımını sağlayan aynı zamanda eski adıyla Baksı Köyü’nün muhtarıydı. Yine müzede çalışan gençler de gönüllülük bilinciyle Müze’nin birçok iş alanında çalışıyorlardı. Gönüllülük bilincini aşılamak ve mümkün kılmak müzenin işleyişinde önemli bir yere sahipti. Bunu da ayrıca belirtebilirim.
Baksı Müzesi’ni ders BELGELİĞİ ile ilişkilendirdiğinde neler söylemek istersin?
ders BELGELİĞİ otuz yıla yakın birikimi ile oldukça önemli bir hafızayı barındırıyor. Bu hem öğrenci çalışmalarından oluşan resimsel bir hafıza hem de yapıp edilen birçok işi içerisinde barındırıyor aslında. İşte böylesi bir birikim sürecinin, BELGELİĞİN ilerleyen aşamada üniversite çatısı altından çıkarak belki bir dernek ve ilerleyen süreçte bir müze çatısı altında mevcut çalışmalarını devam ettirebilmesi kıymetli olacaktır. Sanatı, resmi; doğa ile, felsefe ile, tarih ile, müzik ile, dil ile bağlantısal olarak düşünmek ve yazınsal/resimsel üretimlerine ders BELGELİĞİ oluşumu üzerinden, ilk aşamada bir dernek olabilir ve sonrasında bir eğitim müzesi üzerinden devam ettirebilmek mevcut hafızanın taşınabilirliğine imkan sağlarken aynı zamanda yeni üretim alanlarına da kucak açabilecektir. Bu herhangi bir coğrafyada gerçekleşebilmek ile birlikte Avni Hoca’mızın değindiği gibi Erzincan’da da olabilir. İşte ders BELGELİĞİ’nin gelecek planları için Baksı Müzesi, oluşum süreci ve kimi yönleriyle ilham verici ve yol gösterici bir niteliğe sahip olabilir. Ve özellikle bulunduğu coğrafya ve iklim özellikleri itibariyle Bayburt’un Erzincan’a olan yakınlığı da belirli ortaklıklar yakalanmasında kolaylaştırıcı olacaktır. Bunların yanı sıra çok yakın gelecek için düşündüğümüzde de BELGELİK Ağaçları çalışma kolunun Baksı Müzesi ile gerçekleştirebileceği ortak projeler düşünülebilir. Özellikle müzenin eğitimi önceleyen projelere öncelik veriyor oluşunu ve bu konuda öncü bir rol üstlenişini de göz ardı etmemek gerekir.
Yazar
Son Yazıları
- Doğa16 Aralık 2024ders BELGELİĞİ öğrencisi Ezgi Kaplan, 2024 Salt Araştırma Fonları Proje Sunumunu Gerçekleştirdi!
- Doğa16 Aralık 2024ARTENS “Evlerimiz” Festivali Başlıyor!
- Eğitim29 Kasım 2024ders BELGELİĞİ öğrencisi Ezgi Kaplan Salt Araştırma Fonları 2024 Projesi’nde “Sanat Eğitiminde Bir Köy Enstitüleri Pratiği; ‘ders BELGELİĞİ’ Atölyesi Üzerine Bir İnceleme” başlıklı projesiyle 13 Aralık Cuma günü Salt Galata binasında!
- Eğitim26 Kasım 2024Trabzon Akçaabat Güzel Sanatlar Lisesi’nden ders BELGELİĞİ Atölyesine Ziyaret
İlk yorum yapan siz olun