Haber, Ayşe Kübra Taşçı tarafından yayına hazırlanmıştır.
2 yıldan uzun süredir çalışmalarına devam eden Kovanproject yeni bir deneyim ve sergi süreci yaşadı. Mezunumuz Aslıhan Mumcu ve çalışma arkadaşı Beyza Durhan Tekirdağ ve Şırnak arasında iki uçtan gerçekleştirdiği üretim süreçlerinden sonra Daire Sanat’ta bir arada üretimi deneyimledi. 13 Aralık’ta gerçekleştirdiğimiz grup söyleşisiyle, Kovanproject’in doğuşu ve şu an neler yaptığı hakkında konuştuk.
Soru: Baktığımda çok fazla doğal objeler ve arı petekleri vs. var. Neden buradan yürümek istediniz, nasıl bir ilham aldınız?
Beyza: Benim organik malzemeyle yolculuğum aslında aile geleneğinden geliyor. Babam arıcılıkla uğraşıyordu ve uzun bir süre aktif olarak sürdürdüğüm bir köy hayatı vardı. Şehir ve köy hayatı arasında gidip gelirken aslında bu iki yaşamı; birbirinden farklı üreyen iki yaşamı kıyasladım bolca. Ve güzel sanatlar fakültesine girdikten sonra da bunu bir şeye dönüştürdüm. Yani en iyi bildiğim malzemeyle o sanatsal üretim fikrini birleştirdim. Organik malzeme ile yolculuğum oradan geliyor. Herhalde böyle bir şey bu, öyle hissediyorum. Sanatsal üretim yolculuğu en iyi bildiğin yerden başlıyor ve oradan temellenip gidiyor. O bildiğin alanın etrafına dönüp duruyorsun. Yani ne kadar değişirse değişsin bazı şeyler… En azından benim için böyle ilerledi.
Aslıhan: Benim de üniversite yıllarından beri tohumla ilgili bir geçmişim, sürecim var. Bunu sanat pratiğime dönüştürmeden sadece hayatın içinde; kompost yaparak, tohumları araştırarak, tohumları ekerek, mevsimine göre deneyler yaparak, ata tohumların peşine düşerek, onları yetiştirerek; aynı zamanda çalıştığım yerlerde öğrencilerimle birlikte bunu deneyimleyerek ve ders BELGELİĞİ’nde de bunu kolektif olarak oradaki çalışma grubuyla çok fazla çalıştığım bir alan vardı. Ama bunu sanat pratiğimden şöyle ayırıyorum. Aslında ayırmadan ayırıyorum. Bu resim yaparken tohum kullanarak ya da doğal malzemeleri kullanarak yaptığım bir süreç değildi. Ama bunu tohumla ilişkilendirip, hayatımla sanatı birleştirerek ve çok fazla hayatın içinde deneyimlediğim bir süreçti. Ve ardından tabi ki toprakla tohumla ilgilendikten sonra yolum, hem araştırırken hem deneyimlerken muhakkak arıya çıkıyor. Ve bunların bir döngüsünün olduğunu anladığın zaman ona bir bütün olarak bakıyorsun. O kapsayıcılığı hem işlerinde deneyimliyorsun, hem toprakla, doğayla deneyimlerinde o bütünselliğe bakıp gözlemleyebiliyorsun. Çünkü bir tohumu ektiğinde onun toprakla buluştuktan sonra, suyla buluştuktan sonra, büyüme süreci hepsinin çok farklı. Hepsinin bir hafızası var ve mevsimi var. Ona göre konumlanıyorsun ve ona göre çalışmaya başlıyorsun. Bizim tanışmamız da aslında böyle bir sürecin sonucu olarak “Arı Aşkına” diye bir programa başvurmamızla ve oraya seçilmemizle başladı. Nesin Sanat Köyü’nde ekoloji ve sanatı birleştiren bir çalıştay vardı. Biz birbirimizi tanımadan, ben Tekirdağ’da yaşayıp, üretip, çalışırken; Beyza da Şırnak’ta benzer şekillerde sanatını ve eğitim hayatını sürdürürken, İzmir’de buluştuk; Nesin Sanat Köyü’nde “Arı Aşkına” programında. Orada tanıştıktan sonra sanat disiplinlerimizin ve daha çok görüşlerimizin benzerliğinden doğan bir güçle bir proje yapmak istedik. Ama onun öncesinde güçlü bir arkadaşlığımız oldu. Onun da beraberinde bu bahsettiğim kapsayıcılığın da getirdiği bir yerden bir şey yapmak istedik. Bu şey de Kovanproject oldu. “Kolektif” isimli bir kolektif kurduk. Kolektifte Beyza var, ben varım, koloniler var, yüzlerce arı var ve coğrafyalar var…
Soru: Kullandığınız malzemelerin doğal ve sürdürülebilir olmasının geri dönüşüm veya sıfır atık ile bir bağlantısı var mı? Ya da hedefiniz buna mı gidiyor ya da sizi buraya mı götürdü?
Beyza: Hayır. Bu sanatsal malzemenin ya da bu sıfır atık projelerinin bir çeşit insanın kendini tatmin etme biçimi olduğunu düşünüyorum. Bu iyi bir alan olabilir. Evet, dünya çok kötü bir yerde şu anda, iklim krizi gerçeğini kabul etmek zorundayız. Ama burada amaçladığımız şey biraz daha derin ekolojiye bakmak. Derin ekoloji dediğim şey, her şeyin bir bütün olduğu anlayışından yola çıkarak insanın da doğaya ait bir canlı olduğunu unutmadan ve bugün kurguladığımız dünyanın, bulunduğumuz odanın, bu mikrofonun, o telefonun doğadan ayrışmadığını kabul eden bir yaşam sürmeye bakmak. Bunu yaparken de sadece buraya değil, sadece insan yapımına değil insanın geldiği doğada olan şeyi de çok iyi bilerek ve anlayarak bunları inşa etmek. Yani çok kollu, çok temelli bir yerden bakıyoruz. Geri dönüşüm ya da sıfır atık diye bir şeyin olmadığına, evrimin ve döngünün, doğanın bir parçası olduğumuzu kabul ederek sürdürülebileceğini kabul etmekten geçtiğine inanıyoruz. Kovanproject biraz daha bu bütünselliği kapsıyor yani.
Aslıhan: Arılarla yaptığımız şeyi anlatıp oradan bugün neden bu malzemelerle çalıştığımıza gelebiliriz. Kovan Project nereden doğdu? Bu fikirlerden ve birlikte bir söz söyleme derdinden doğdu. Ama bunu yaparken de arılarla birlikte çalışmak istedik. Çünkü o dediğim bütünsellikte arılar olmadan, tohum olmadan, toprak olmadan o sözü söylemek çok zor ve onu yaşayıp deneyimlemeden göstermek de çok zor. Biz de bunu birbirimizden temellendiğimiz için kendi çalışmalarımızı birbirimize göndererek, bir yandan da Tekirdağ ve Şırnak gibi Türkiye’nin 2 ayrı ucundan o sözü söylemeyi başarabilmeyi deneyimlemek istedik. Bunu da arılarla ve coğrafyalarla yapmak istedik.
Çünkü oradaki arıların beslendiği bitkiler de birbirinden farklı, Tekirdağ’daki ve Şırnak’taki. Biz de oralarda yaşıyoruz ve o iki uçtan birbirimize yaptığımız heykelleri göndererek buluşmayı deneyimlemek istedik. Beyza kendi yaptığı heykelleri bana gönderdi. Ben kendi yaptığım heykelleri Beyza’ya gönderdim ve bunları yaparken de doğal malzemeler kullandık. Aslında buradaki amacımız da kovana gireceğimiz ve arılarla çalışacağımız için onları rahatsız etmemekti.
Soru: Arılar o malzemeyi hemen benimsedi mi? Yani balmumuyla mı ilerlediniz yoksa farklı bir malzeme mi kullandınız? Çünkü onları benimsemesi de altyapı gerektiren ve araştırmalara dayanan bir süreç olmalı.
Beyza: Bu örneği vermeyi çok seviyorum. Hayali beyaz bir odada, doğru ışıkta, doğru ısıda bir arı kolonisine istediğiniz formu -organik olsun olmasın- istediğiniz malzemenin üzerine her mevsim, her saat petek ördürebilirsiniz. Çünkü arılar güneşe göre hareket ediyorlar. Ve biz Kovan Project’te güneşe göre hareket etmeyi denedik. Aslında bizim o döngü ve orayı bilmek ve oraya göre yaşam sürmekten kastımız burada çok belirginleşiyor. Arılar güneşe göre hareket ediyor ve yılın bir mevsimi sadece bir ay petek örme mevsimleri. Bu çok biyolojik bir süreç. Güneşin hareketi, ısısı ve kraliçe arının yumurta sayısına bağlı olarak arı, petek örmek istiyor ve o anda her yere petek örecek. Yani bal yapmayacak, polen almayacak, sadece petek inşa edecek o mevsimde. Biz Kovan Project’te o mevsimi ve o günleri gözeterek kovan açtık ve kovana da organik malzeme yerleştirdik. Bunun sebebi arının aslında ürettiği şeyi kirletmemek. Çünkü o ürettiği şey onun kışlık besini. Oraya zarar vermemekle ilgili bir şey. Diğer taraftan ben un ve pamuklu kumaş kullandım. Aslı ahşap malzeme kullandı. Arı, -bu insan merkezci bir düşünce biraz; o benimseyip benimsememe meselesi- fizyolojisi gereği her yere örecekti, onların da üzerine ördü tabii ki. Ama biz işini kolaylaştırmak için temel petekleri referans olarak verdik onlara. Temel petek her yıl arıcıların fazla petekleri toplayıp sonra geri dönüşüme verdiği bir ürün. Yine arıların kendi yaptığı tamamen organik balmumu. Sadece temizleniyor bu, makineden geçiyor ve arılar baştan petek örmek yerine bunu referans alarak inşa ediyorlar peteklerini, yükseltiyorlar. Arıcılar da kullanıyor bunu. Bizim de yaptığımız şey buna benzer bir şeydi. Biz burada mükemmel formlar aramadık. Benim formlarım biraz daha figüratif, Aslı’nınkiler biraz daha soyut ve mekanı içeriyor.
Soru: Peki kovana verdiğiniz o heykelleri neye göre belirliyorsunuz? Yani tamamen içinizden geldiği gibi mi yoksa bir sebebi, bir arka planı var mı?
Aslıhan: Kendi çalışma disiplinlerimizden çıkmadan, zaten ne üzerine çalışıyorsak onu. Ben o pencereden yapıp, Beyza da kendi çalıştığı yerden yapıp birbirimize gönderdik. Aslında sürdürdüğümüz şey sanat disiplinlerimizde yaptığımız şeyi yapmaya devam edip başka bir şey üzerine çalışmadan ilerlemek. Yani amacımız zaten arıların yanına gideceğiz ve onlara özgü arı desenleri yada çiçekler yapalım değil, biz ne yapıyorsak onu sürdürelim ve dediğimiz gibi mükemmel formlar değil de sadece birlikte çalışıp bir söz söylemek. Oradan da ne yapıyorsak aslında onu yapmaya devam ettik. Sadece arıları ve kolonileri devreye soktuk.
Beyza: Aslı’nın soyut ve mekan çerçeveli formlarıyla, benim figüratif formlarım aslında üretimin temelinde birleşiyor. Biraz düşündüğümüz ve ilk başta konuştuğumuz konulardan biri de buydu. O formlar; Aslı’nın yarattığı formlar bir mağara gibi, benim yaptığım o figüratif formlar da aslında mağara resimlerinde gördüğümüz duvar bizon resimleri. Ve doğada ne neden üretilir? O arıların yaptığı inşadan tutun, ilk mağara resmini yapan ressamdan tutun, bugün buraya gelip işte hepimizin bir çabası var, sanatsal olarak düşününce üretmeye dair… Bunun sebebi belki de aynı yerdedir, aynı o saf histedir gibi bir noktadan yola çıkarak birleştiler aslında. Bu işler birbiriyle bir şekilde konuşuyor.
Soru: Tekirdağ ve Şırnak’ta yapılan üretimlerde farklılık gözlemlediniz mi? Yani farklı koşullarda arılar da farklı mı hareket ediyor?
Beyza: İki farklı ekotipte çalıştık aslında. Çünkü Şırnak’ta bir tür var, Tekirdağ’da bir tür var. Tekirdağ’ın arısı oradaki bitkilere göre evrimleşmiş, tüyleri daha kısa, dili daha uzun. Ayçiçeği bitkisi var, daha çok oradan elde ediliyor o besin. Şırnak’a gittiğinizde oradaki endemik türlerin çok daha çeşitli gereklilikleri var ve arılar da buna göre evrimleşmiş durumda. Bu arada huyları da farklı. Tekirdağ’ın arısı sanırım biraz daha hırçın.
Aslıhan: Evet, ama şöyle bir şey de oldu, bunu çok genellemeden, bizim çalıştığımız arılıkların özelinde de değerlendirmek lazım. Daha hırçın olmasına rağmen benim Trakya da birlikte çalıştığım arıcının çok fazla arısı vardı. Yani bir kovana arı deniyor, 50 küsür arısı var ve heykelleri koyduğumuz kovanların ne kadar çalıştığıyla da ilgili işlerden bir sonuç alabiliyoruz. Kovandaki nüfusla da ilişkili bu. Mesela Beyza’nın çalıştığı kovanlarda daha fazla müdahale oldu heykellere. Daha fazla koparma, daha fazla kabartma… Ama Tekirdağ’dakinde birbirinden farklı kovanlara koyduk. Bazılarını çok az işlemişler, geri kalan her şey öyle duruyor. Bazılarını biraz daha fazla yapmışlar gibi. Yani başka bir arılıkta çalışsaydık ve daha az koloni olsaydı ve daha çok arı olsaydı, orada daha kısa sürede daha fazla işlenmiş, daha kabartılmış, daha büyük kütleli işler de çıkabilirdi. Yani böyle dinamikleri de var. Oradaki çalıştığımız arılarla da ilgili bir mesele. Yani sonucunu biz de bilmiyoruz.
Soru: Size de biraz sürpriz gibi oluyor sanki sonuç?
Beyza: Tamamen sürpriz.
Aslıhan: Heykellerin yanında psiko-coğrafya haritaları yaptık sergide. Sergiyi de gezici sergi olarak kurgulamak istedik. Yani Şırnak ve Tekirdağ’da bizi ve coğrafyayı birbirine bağlayan ve buradan birbirimize gelip ulaşma metaforu olarak; Şırnak’tan Tekirdağ’a uzanan rotalar belirleyip sergiyi kendimizle birlikte, işlerle birlikte gezdirerek, sergi mekanlarını da bir kovan olarak düşünerek, sergi içinde de hem onu kurup hem ziyaretçilerle birebir kontak kurup, onlara yapmak istediğimiz şeyi anlatıp, işleri toplayıp bir haftalık süreçlerde diğer şehre gidip orada da aynı şeyi yapıp ama burada da coğrafyalar değişiyor, yaptığımız şeyleri bu şekilde paylaşarak gezdirerek çoğaltmayı hedefledik. Bunların yanında heykellerimiz, haritalarımız, belgeseller ve kitapçığımız vardı. Bunlara eşlikçi olarak biz vardık bunları anlatan. Psiko-coğrafya haritaları sanatsal ifade olarak kentte başıboş gezintileri temsil ediyor. Ama biz de bunu kentten köye giderken, şehirden köye taşınırken gördüğümüz, karşılaştığımız hissettiğimiz, maruz kaldığımız ya da o gezdiğimiz periyotta, çünkü evden çıkıp arılara gidiyoruz ve bunu tek bir gün yapmıyoruz. Birden fazla günde gidip çalışmamız gerekiyor. Onunla ilgili bir harita yaptık. Görsel bir kolaj gibi ama tekniklerimiz çok farklıydı. Ve işler aynı olsa da mekanlar çok farklı olduğu için her mekanda yeni bir kurgu yapmamız gerekti.
Bulunduğumuz yerlerde çalıştıktan sonra Ordu’da Sis Sanatçı Programı’na seçildik, oraya gittik. Birlikte 2 hafta boyunca oradaki arılarla çalışma deneyimine erişmiş olduk. İlk defa orada yan yana kovanlara girdik. Ardından da burada arılarsız, ama kendi hikayemizi çalıştığımız 3 aylık bir sürecimiz var ve hikayemiz yine o kolektiften temelleniyor. Ama bu sefer farklı malzemelerle çalışıyoruz. Çünkü bir geçmiş var; o gün orada yaptığımız şeylerden dolayı bugün burada olduğumuz… Ve burayı da bir kovan olarak deneyimliyoruz. Ama arılar bizim yakınımızda, yani birebir çalıştığımız bir noktada değil. Kendimizi de o kolektifin, o koloninin içinde gördüğümüz bir yerden çalışıyoruz şu an. O hikayeyi aslında bir ‘günlük’ olarak bugün gerçekleştiriyoruz ve sergide de; dünü, bugünü ve geleceği bağlayan işler görmüş olacağız. Biraz bio-plastikten bahsedelim.
Beyza: Burada Daire Sanat’a başvurduğumuz projenin ismi “İki Yüzlü Almanak”, sergimizin adı da olacak. İki Yüzlü Almanak bir çeşit günlük, Aslı’nın dediği gibi. Ama bu günlükler hem burada yaşadığımız şeylerin günlükleri, hem geçmişte yaşadığımız anıların bu günle birleştirilmiş halinin görsellere, hem de tarihe düştüğümüz birer not gibi yediğimiz, içtiğimiz her şeyi not aldığımız ve envantere dönüştürdüğümüz bir şeyden oluşuyor. İki yüzlülük derken aslında madalyonun iki yüzü gibi düşünebiliriz bunu. Bir yüzünde insanın doğa üzerine kurduğu tahakküm var. Diğer yüzünde ise az önce söylediğim aslında insanın doğadan türeyen ve onun bir parçası olan bir canlı olduğunu kabul ettiğine dair bir şey var. Ve bunun da temelinde sanırım arı, tohum, bitki, insan ve o besin dediğimiz şey geliyor. O yüzden burada yediğimiz şeylerin atıklarından bip sular elde edip biyo plastik elde ettim. Ve Aslı tohumla bağlantılı yine belki toprakla çalışıyor ve bir çeşit iki taraflı günlük tutuyoruz. Ama bunlar görsel günlükler. Hem malzemesiyle hem süreciyle, hikayesiyle bizden beslenen ama bizden kastın o döngüyü içine alan, hem yaşadığımız coğrafyalardan, hem bizim buluşma hikayemizden, hem de burada yediğimiz, içtiğimiz, her şeyden o bedeni de bir doğa olarak kabul edip oradan da beslenen bir yere gidiyor. Bu bio-materyalle Aslı’nın çalıştıkları birleşecek. Ve böylece bütün o hikayeler birleşiyor ve birbirinin üzerine basarak, değerek ve iç içe geçerek fosilleşiyor bir çeşit. O görüntüyü elde etmeye çalıştık.
Aslıhan: Gerçek yaşadığımız şeylerden yola çıkarak o hikayeyi kil tabletlere dönüştürüp işliyoruz ve bio-materyalle birleştiriyoruz. Geçmişten gelen hikayeyi bugün yaşadığımız, yediğimiz, içtiğimiz materyallerle birleştirerek geleceğe bir belge; fosil dememizin ya da kil tablet dememizin nedeni o…
Beyza: Bu işte bir çeşit bugüne dair bilinçli bir şekilde geleceğe bir iz bırakmakla ilişkili. Ama bunu yaparken de bir çok şey var. Burası var ve aynı zamanda o yine öğretimin ilk temelinden gelen birlikte olma ve birlikte var olmayı da sürdürme güdüsünde olarak yaşıyoruz.
Soru: 2 yıldır veya hatta daha uzun süredir bu projenin üzerinde beraber çalışıyorsunuz. Türkiye’nin iki ayrı ucunda olmak sizi etkiledi mi, süreç olarak olumlu veya olumsuz bir şekilde? Çünkü bir iletişimi uzak mesafeler arasında sürdürmek ve ortak bir üretim ortaya çıkartmak çok zor. Bu süreç sizde nasıl işledi?
Beyza: Şu anda bunu deneyimliyoruz. Yani bence o süreç zordu ama kötüydü diyemiyorum. Çünkü o birlikteliği kamçılayan şey de o. Belki orada işler yolunda gitmeyebilirdi ve uzaktan diyalog kurulamayabilirdi ve zaten bugün bu konuşmayı yapıyor bile olmayabilirdik. Dediğim gibi aynı şekilde ve benzer hislerle emek vererek oluşturduğumuz bir süreçti bu. O sanırım hem fikre güven, hem de o birbirimize duyduğumuz güvenle de ilişkili bir şey. Ve yapmak istediğimiz o sanatsal düşünce biçimine güvenle alakalı bir şey bu. Çok kolay olduğunu söyleyemeyeceğim ama kötü de diyemem. Yani sürekli işte Zoom’da konuşmalar, her fırsatta şehir değiştirip bir şekilde buluşmak, bir iki günlüğüne bile olsa her fırsatı değerlendirmek ve değerlendirdiğimiz her şeyin de gerçekliğe ulaşması. Öyle hedefe doğru gitmek bence bizi bu noktaya getirdi.
Aslıhan: Bunun aslında anlaşılmaz bir tarafı var. Bunu daha önceki dönüşlerden de çok fazla gözlemledim. “Nasıl bu kadar uzaktan bir iş yapabiliyorsunuz ve daha yeni tanışmışsınız” gibi böyle bir boşluk oluşuyor. Bu, birlikte bir şey yapacağını tam olarak bilmekle ilgili bir şey. Sanat yapan zaten Türkiye’de çok az bir kitleyiz bakıldığında. Herkes birbirini tanıyor ve birlikte bir şey yapmak çok zor. Çok zor neden diyorum; bunu yıllardır deneyimlediğimiz için diyorum ve biz birbirimizle tanıştıktan sonra beraber bir şey yapacağımızdan çok emindik aslında ve bunu da işte şunu yapalım, bunu yapalım diye kurgulamadık. O iletişimi sürdürdükçe, fikirleri paylaşıp vakit geçirdikçe, her fırsatta başka bir şehirde buluşup ortak noktada görüştükçe… Zaten buluştuğumuz yerin bir arkeoloji müzesi oluyor. Çok fazla müze geziyoruz, çok fazla o şehri deneyimliyoruz. Ben Mardin’e gittim. Orada geçirdiğimiz vakitte bu projeyi yazdık. CultureCIVIC’e başvurduk, kabul aldık, bir senede bunu gerçekleştirdik. O arkadaşlıktan da doğan çok güçlü bir şey var. Bir de ne yaptığından emin olmak, birbirine güvenmek, o boşlukları doldurabilmek, o işi birlikte kotarabileceğini bilmek, bir sürü sorunla karşılaştığımızda uzaktan da çözebilmek ve hiçbir zaman onu bir sorun olarak görmemek…Sorun her zaman her yerde var zaten. Ama biz ne yapacağımızı biliyoruz. Ne yapmak istediğimizi biliyoruz ve bir amaç var. O hedefe giderken ne gerekiyorsa yapılması gerektiğinin de bilincindeyiz.
Beyza: Belki en önemlisi o ikili ilişkilerde ve o akademinin de getirdiği hiyerarşiden de çok uzak bir şeyin benimsenmesi. Tahakküm yok bu ilişkide. Söylediğim insan ve doğayla ilişkisinde o kurguladığımız ütopya gibi tahakkümsüz bir ilişki kurmaya çalıştık. Bunu hem malzememizle şu an burada da kurguladığımız; hem de işlerin üretim biçiminde de gözlemleyebileceğinizi düşünüyorum. En başta işte o formların birbirine hem karışıp hem karışmaması… Bugün burada gördüğünüz bio-materyalle kil tabletin birleşme biçimi… Aslında sanatsal açıdan da, teknik açıdan söylüyorum bunu, birbirini yermiyor, övmüyor sadece bir arada duruyor. Yani bir arada durmakla ilişkili bence kurduğumuz bu birliktelik.
Aslıhan: Evet, yatay bir ilişki sürdürmeyi önemsiyoruz. Zaten aslında bugün burada yaptığımız şey tamamen bizim kontrolümüzde. Ama bir yandan da malzemeyle çalışırken hiç bir zaman da değil. Ama doğayla çalışırken; bir tohum çıkmayadabilir, o filizlenmeyedebilir. Bunu da gözlemleyip ya da yapıp görebiliyorsun. Ya da arının yanına gittiğinde ona göre hareket etmen gerekiyor.
Soru: Deneyimlerinizi açık bir şekilde sergilediğinizde aldığınız dönütler nasıl oldu? İzleyicilerin deneyimlerinize yaklaşımı nasıldı? Yani hedeflediğiniz o şeyi karşı tarafa geçirebildiniz mi?
Aslıhan: Mesela şu an sanatçıların çok fazla sosyal medyada ya da internet, teknoloji aracılığıyla işlerini gösterme imkanı var. Bir profilde, iyi bir takipçiyle çok fazla görünür olabiliyorsun. Bizim o tarafımız eksik. Eksik dediğim nokta, aslında şöyle anlatmak için eksik diyorum; o gezici sergide yaptığımız şey ya da bugün burada 3 aydır çok fazla ziyaretçinin gelip birebir bizi tanıyıp, bizim ağzımızdan bunu duymasıyla ekranda gördüğün o fotoğraflar ve işte o heykelleri görmen aynı etki olmuyor. Heykelleri ya da işleri de birebir canlı görmen gerekiyor. Dönütler bence birebir temas kurup ve iletişim kurmamızla ilgili daha güçlü ve daha olumlu oluyor. Yani daha anlaşılır oluyor olumludan kastettiğim. Olumlu ya da olumsuz kendimizi, kendi dilimizle anlattığımız için yaptıklarımızı ya da kafaya takılan herhangi bir soruyu birebir temasla anlatabildiğimiz için daha etkili olduğunu düşünüyorum. Yani bunu ben verilerle çalışıyorum ya da doğayla çalışıyorum, tohumla çalışıyorum deyip onların fotoğraflarına bakmaktansa, o temas kurduğumuz ya da, çok fazla da gezdik bunu yaparken, o insanlarla birebir temas kurduğumuzda kesinlikle daha etkili oluyor ve dönüşler de başka şekillerde oluyor. Sanal bir araç olmamış oluyor. Daha güçlü buluyorum.
Soru: Peki bir gönderinin altına gelen yorum ile yüz yüzede aldığınız yorumlara aynı tepkiyi verebiliyor musunuz? Yani olumlu bir yorumun bir fotoğrafın altına yazıldığını veya sizinle beraber sergiyi gezip sonrasında hissedilenlerin size aktarıldığını düşünelim…
Beyza: İkisi de çok motive edici. Çünkü düşünce üretiyorsun ve o düşüncenin yayıldığını yada bir yere ulaştığını görmek harika bir şey. Ama bu tek motivasyon değil aslında. Yani ne sosyal medyada ne yüz yüze bu düşüncenin şu anda ya da o anda geçip geçmemesi onun gerçekliğini değiştirmez ve dönüştürmez. O yüzden bence bu dışarıdan gelen yorumların motivasyonundan çok biraz içten dışarıya yansıyan motivasyon.
Aslıhan: Aslında bu kadar anlatıp, gezip gezdirip gösterdiğimiz şeylerin çok güzel ya da akademide, okullarda gördüğümüz şeylerin dışında bir şey yapıyoruz ya; bunun etkisi bence bu yaptığımız şeylerin bütünüyle ilgili. Heykellerimizin çok güzel estetik şeylere ait olmasıyla ilgili değil. Zaten bizim fikirlerimizle ilgili bir şey. O yüzden dönüşlerde onunla ilgili oluyor. Heykelleriniz ya da işleriniz çok güzel değil, ama yaptığınız şey çok güçlü… Mesela Sisi kuran Alper var Ordu’da. O da Ordu’lu bir sanatçı. Sanatçı konuk programını kuruyor. Onun ilk söylediği şey şu “İnsanlar ya da sanatçılar bir arada bir şey yapamazken siz iki ayrı uçta, bir şey yapıyorsunuz. Bu çok güçlü bir şey ve bu görülüyor.” Yani bunun görülmesi ve geri dönüşü de iyi hissettiriyor. Tabi ki biz bunu zaten içeriden motivasyonla yapıyoruz. Bunun anlaşılır olması daha hoş.
Soru: Peki her kültürden, farklı eğitim düzeyinden insanlar buna erişebilme imkanına sahip oluyor. Bir bakmak var, bir de bakıp görmek var, bir de bilmek var. Yani ilginç sorular veya yorumlarla karşılaştınız mı? Böyle soruları nasıl karşılıyorsunuz?
Aslıhan:Yani ne kadar ilginç soru gelse de mesela arılarla çalışırken ‘Arıları sömürmüyor musunuz?’ gibi sorular, bizim en sevdiğimiz sorulardan. Zaten biz ne yaptığımızı çok iyi bildiğimiz için gelecek sorulara da açığız. Ve az çok tahmin edebiliyoruz. Buna verdiğimiz cevaplar da, bu olduğumuz yerden, yaptığımız şekillerde oluyor. Bunun üzerine bir şey yazmak değil. Yani ne yaptığımızı biliyoruz. Çok farklı sorular, unutamadığımız bir soru ya da farklı bir şey diye bir şey hatırlamıyorum. Sömürü mevzusu zaten biz yaparken de birbirimizle de çevirdiğimiz bir geyik.
Beyza: Bir de düşünce üretiyoruz ve kim olursa olsun onu görüp onunla ilgili bir şey söylemeye gerek duyduysa, böyle bir iletişime geçtiyse tamam yani; o da bir düşünce üretmeye başlamış demektir.
Bütün bu sürecin çıktıları 20-28 Aralık 2024 tarihlerinde Daire Sanat’ta izleyiciyle buluştu. Bakalım Kovanproject’in bir sonraki durağı neresi olacak.
Yazar
Son Yazıları
- Doğa4 Ocak 2025Yeni Deneyim ve Üretim Süreci: Kovanproject
- Doğa16 Aralık 2024ders BELGELİĞİ öğrencisi Ezgi Kaplan, 2024 Salt Araştırma Fonları Proje Sunumunu Gerçekleştirdi!
- Doğa16 Aralık 2024ARTENS “Evlerimiz” Festivali Başlıyor!
- Eğitim29 Kasım 2024ders BELGELİĞİ öğrencisi Ezgi Kaplan Salt Araştırma Fonları 2024 Projesi’nde “Sanat Eğitiminde Bir Köy Enstitüleri Pratiği; ‘ders BELGELİĞİ’ Atölyesi Üzerine Bir İnceleme” başlıklı projesiyle 13 Aralık Cuma günü Salt Galata binasında!
İlk yorum yapan siz olun