Bir insan için yeryüzündeki en değerli şey nedir? Nedir insanı her şeyden vazgeçirip kendine tutsak eden? Yüzyıllardır insanlar ne için savaştılarsa, ne için birbirlerini, doğayı ve bununla birlikte geleceklerini katlettilerse işte o dur: Maddi güç yani para…
Geçmişten günümüze tüm insanlığın derdi maddi güçtü. Öyle ki onu elde etmek için her şeyden vazgeçmeye razıydılar. En çok ihtiyaç duyulan, insana nefes olandan bile… Ağaçtan ve topraktan. Sadece daha çok maddi güç isteğiyle yaşayan insanlar için daha çok toprak, daha çok para demekti. Bu yüzden daha çok para için her zaman daha çok nefesimiz gitti. Peki bir yerlerde hala ağaca ve toprağa paradan daha bağlı olan insanlar var mıdır acaba? Bunca şeye rağmen bizi içinde barındırma yüceliğinde bulunan bu evrene karşı hala saygısı olan insanlar var mıdır? Evet, hala ağacı ve toprağı paranın üstünde tutan o insanlardan var. Muğla’da küçük bir köyde yaşayan yörük aile milyonlar eden zeytinliklerini alıcısı olmasına rağmen satmıyorlar. Çünkü biliyorlar ki o zeytinliği alan insanlar ağaçları kesip ev yapacaklar. Çünkü biliyorlar ki bir ağacın değeri bir milyondan daha fazla… Ailenin en genç üyesi olan Hasan Kula ile bu zeytinliğin onlar için değeri hakkında konuşma fırsatı buldum.
Öncelikle şahane bir yerde yaşıyorsun. Mükemmel bir doğası ve bu doğanın inanılmaz bir çekim alanı var. Peki bu kadar mükemmeliyetin içinde senin doğaya olan ilgin ve yakınlığından bahseder misin biraz ?
Biz yüzyıllardır doğayla iç içe yaşayan insanların oluşturduğu bir kültürden geliyoruz. Yörük olarak yaşamış ve nenemle birlikte yerleşik hayata geçmişiz. Her ne kadar yerleşik hayatta büyüyüp şehir yaşamını görmüş olsam da ayağım toprağa basmalı. “ Beton sıcağı çeker, doğa serinletir.” derler. Bahçemde ağaç, evimin önünde çiçekler olmalı. Heran onlarla iç içe olmalı, onları görmeliyim. Çünkü insan olarak kaçabileceğim, nefes alıp derdimi anlatabileceğin tek yer doğa. Çünkü doğa bir karşılık beklemez.
Nedir yörüklük ? Nasıl bir yörük geçmişiniz var ?
Yörük dediğimiz topluluk göçebe yaşamı benimsemiş, doğa sever kişilerdir. Bizim özümüz Türkmenistan’a dayanır. Horasan Toroslar’da doğup, Burdur yaylalarından da geçerek en son Fethiye’ye gelip göçebeliği bırakmışız. Bu yolda sarı keçiler, kara keçiler ve tahtacılar olarak üç ayrı yörük obasıyla göç etmişiz. Dağlarda odun kesip, hayvancılıkla ve tarımla uğraşan kişilermişiz. Kısaca yörükler doğayı anaları benimseyen göçebe insan topluluğudur.
Yörük bir ailede yetişmiş olmak mı acaba seni bu denli doğaya yakın tutan ?
Tabii ki yörük bir ailede yetişmiş olmakta bunda etkili bir durum. Kavak ağacının bile ne olduğunu bilmeyen, betondan başka bir şey görmeyenle doğanın içinde büyümüş, yediğini dalından koparan birisi bir olur mu? Çocukluğuma dönüp baktığım da her ne kadar ihtiyacımız olmasa da bahçemize kabak ekip satardık. Şimdi de limon ve zeytin ağaçlarımızda ki ürünleri satıyoruz. Satmasakta bir şey mutlaka ekiyoruz ya da dikiyoruz. Çünkü burda şöyle bir düşünce vardır: Boş tarla ekinsiz durmaz. İhtiyacın olsun olmasın toprağa bir şey ekersin. Çünkü doğaya bir şey kazandırmak zorundasın.
Bahçenizdeki ağaçlardan elde edilen ürünleri sattığınızı ve aile bütçesine katkı sağladığınızı söylüyorsun. Peki o ağaçlardaki ürünleri satarak para kazanmasaydınız yine de onlara bu denli bağlı olur muydunuz ? Çünkü biliyorsun günümüz toplumunda artık her şey para…
Günümüz toplumunda artık her şeyin para olduğuna dair hemfikiriz. Fakat alışkanlıklarımız ve bize öğretilenler paradan daha önemlidir. Bizim bir zeytinliğimiz var biliyorsun. Çokta iyi para veriyorlar; 2 milyon. Ama biz satmıyoruz. Çünkü alacak insanların orayı zeytinlik olarak bırakmayacaklarını biliyoruz. Zeytin barışın simgesidir. Bu yüzden korunmayı her şeyden çok hakeder. Bana öğretilen, doğayı koru ve onu sev. Ne kadar korur ve seversen, o da seni o kadar korur ve sever.
2 milyon değerinde diyorsun… 2 milyonla hem birçok ihtiyaç karşılanır hem de sen hayalini gerçekleştirirsin (dünyayı gezmek.). Hiç mi düşünmediniz satalım diye ?
Düşünülmüş olabilir tabi… Ama o ağaçlar için verilen emek, emekler bir yana zeytin ağacının gölgesi bile düşünüldüğünde her aklı başında insan buna değmeyeceğine karar verir. Bir atasözü vardı: “Toprağın verdiğini padişah bile vermez.” diye gerçekten de öyle değil mi? Kim bize karşılıksız ürün veriyor? Kim bizi doyuran aslında? Toprak değil mi? Hayallerim ve hayattaki diğer her şey için emek vermeyi severim. Bu yüzden hayallerimi zeytin ağaçlarını satmadan da gerçekleştirebilirim.
Sanki Fethiye’deki insanların geneli böyle gibi… Mesela sen göstermiştin bana kaldırımın ortasındaki ağacı kesmeyip bırakmışlardı. Sence sizi büyük şehirlerdeki insanlardan ayıran nedir ?
Fethiye’nin geneli zaten yörük ve biz yörüklükten de bahsetmiştik. Burada yaşayan insan neyin ona daha iyi geleceğini biliyor. Kaldırımı biraz yana çekebilirsin ama taş yığını için bir ağacı kesemezsin. Biz büyük şehirlerden bu kısımda ayrılıyoruz. Oralarda rant ve daha çok para için doğa katlediliyor. Çünkü emek nedir bilinmiyor. Doğanın bir ağacı büyütmek için verdiği emek gözardı ediliyor. Şöyle de komik bir durum var ki, aynı insanlar nefes almak için Ege ve Akdeniz’in bakir yerlerine geliyorlar. Neden ? Çünkü biz nefes alma özgürlüğümüzü beton yığınlarına tercih etmiyoruz.
Büyük şehirlerdeki durumu biliyorsun, sen de söyledin. Daha çok para için nefes alan insanlardan ibaret. Sizdeki bu bilinci şehirdeki insanlara da aşılamak mümkün mü sence ? Bunun için neler yapılabilir ?
Aslında her insanın içinde bu bilinç vardır. Çünkü biz topraktan geldik ve gideceğimiz yerde yine orası. Bu yüzden özümüzde hepimiz aslında toprağa ve onun sunduklarına bağlıyız. Fakat günümüzde kimileri özünü yaşarken kimileri de metasal şeyler için özünü bir kenara bırakıyor. Farkettiyseniz yaş geçtikçe insan toprağa daha yakın hisseder kendini. Bu dünyadan artık gideceği için özünü hatırlamaya başlar çünkü. Bundandır insanların Ege’ye ve Akdeniz’e göç etmesi. Sadece kafa dinlemek için değildir yani göçler. Aynı zamanda doğaya ve toprağa daha yakın olma isteğindendir. Bunu insanlara bu kadar geç olmadan aşılamak mümkün tabii. Eğitimin önce aileyle başladığını kabul ederek, doğa eğitiminin ve sevgisinin de önce aile de verileceği inancındayım. Çocuk daha özünü kaybetmeden, maddeyi tanımadan doğayla tanıştırılmalı. Böylece daha bilinçli nesiller yetişir. Bu yazım alanı gibi doğayı benimseyen farklı yazım alanlarının da oluşması ve yaygınlaşması da bunun için yararlı olabilir. Çünkü toplumumuzun ve tüm insanlığın bilinçlenmeye ihtiyacı var.
Metin
Şevval Tepe
Yazar
Son Yazıları
İlk yorum yapan siz olun