Son güncelleme tarihi 25 Nisan 2022
Günleme ekibi olarak, 2015-2016 dönemi ders BELGELİĞİ öğrencisi Engin ADEKA ile kendi açmış olduğu atölyesinde verimli bir söyleşi gerçekleştirdik. Hayatına sokak sanatı ile devam eden ADEKAN, hayatı ve sanat yolculuğundaki değerli tecrübelerini bizlerle paylaştı. Kendisine çok teşekkür ediyor ve daha birçok başarılara imza atmasını diliyoruz.
Merhaba, öncelikle sizi tanımak isteriz. ADEKAN kimdir, biraz bahseder misiniz?
Hoş geldiniz. Ben 2007 yılında graffiti ve sokak sanatına başladım. 2012 yılında ise Marmara Eğitim Fakültesi’ne başladım. Yaptığım graffiti ve sokak sanatında kendime bir mahlas oluşturma ihtiyacı duydum ve 2014 veya 2015 yılında ‘Adekan’ı oluşturdum. Soyadımdan, Adeka’dan geliyor. Somut bir anlamı yok. Yapmış olduğum işle, sanatla sokak sanatında kurduğum ilişkide bir kimlik. O kimlik üzerinden kendimi var ediyor ve gösteriyorum diyebilirim.
Sanatla nasıl tanıştınız? Sanata olan ilginizi ve yeteneğinizi nasıl keşfettiniz?
Ben Gebze’de doğdum. Orada meslek lisesine gidiyordum. Elektronik mezunuyum. Bazı dönemler okula yürüyerek gidiyordum. Yürüdüğüm sokaklarda graffitiler görüyordum ve bana çekici gelmeye başlamıştı. Okuduğum lisede de graffiti yapanlar vardı. Hatta biri sınıf arkadaşımdı, kendisi güzel sanatlara hazırlanıp kazandı. Ben o kadar cesur olamadığım için devam ettim. İzmit’te 2 yıl meslek yüksek okulunda okudum. O dönemler sanatla uğraştığımı bilmiyordum. Hepimizde olan ergenlik çağı diyebileceğim dönemde kendini ifade etme ihtiyacı doğmaktadır. Bunu müzik ile de yapabilirsiniz, resim ile de tiyatro ile de… Ben de o zamanlar graffitiye yönelmiştim. İnternetin yayılmasıyla da gördüm ki sadece duvardaki yazıdan daha büyük bir şey olduğunu ve duvar sanatı kavramını öğrendim. Ama hala işin sanat boyutunu bilmiyordum. O zamanlar bir de aile faktörü de vardı. Biraz uzun sürdü ama çevremde gördüklerim ile haberdar olduktan sonra anlamıştım ve güzel sanatlara hazırlanmaya başlamıştım. Hayatım da bundan sonra değişmeye başladı. İstanbul’a alışma sürecinden sonra çok fazla çevrem oldu, çok insan ile ilişki kurdum ve bu sayede anlamış oldum. Sanatla bağım bu şekilde zenginleşti.
Sanat sizin için ne ifade ediyor?
Bunu tanımlamak için önce sanatı tanımlamak gerek diye düşünüyorum. Sanatın aslında bazı sanat tarihçileri tarafından Rönesans ile başladığı kabul edilmektedir. Ya da siz nasıl düşünüyorsunuz? Sanatın bir başlangıcı var mı, yoksa mağara resimlerinden mi başlıyor size göre?
Ben mağara resimlerinden başladığını düşünüyorum.
Yani insanın varoluşundan beri ilişkilendiğini düşünebiliriz. Bir de sanatın modernite ile başladığını savunan ekoller var. Ben sanatın çok yaşamsal bir yanı olduğunu düşünüyorum. Sizin dış dünyayla kurmuş olduğunuz ilişkiyi temsil eden bir tarafı var bence. Ben bunu, graffiti ve sokak sanatı ile tanışarak gerçekleştirdim. Benim için sosyal bir varlık olan insanın toplum içinde diğer insanlarla iletişim kurmasını, kendini ve dünyayı anlamlandırmasına yönelik bir davranış olduğunu düşünüyorum.
Karaburun (2013)
Peki Ders BELGELİĞİ ile nasıl tanıştınız? Bu süreç nasıl geçti?
Ben aslında farklı bir hocanın atölyesindeydim ama bu süreç içerisinde Avni Hoca’nın atölyesine de gidip geliyordum. Oradaki üretimin fazla oluşu, oranın bir dinamiği oluşu yani siz de fark ediyorsunuzdur çok dinamik bir enerjisi ve bir duygu durumu var orada. Sizi çekiyor ve bu her zaman bilinçli bir şekilde olmuyor, sezgisel olarak çekiliyorsunuz. Avni Hoca’nın yapmış olduğu etkinlikleri, uygulamalarıyla geç de olsa 3. sınıfta ‘Ben de burada olmalıyım.’ diyerek geçiş yaptım. Ne yazık ki çok fazla etkin olamadım. Her fırsatta desen ve yağlı boya çalışıyordum ancak kendimi çok veremedim. Çünkü eğitimin yarısına katıldım. Yaptırdığı etkinlikler hep bir farkındalık kazandırmaya yönelik olduğu için her zaman katılmak istemiştim ama yine de çok dahil olamadım. Çok takdir ediyorum orada yapılan etkinlikleri.50×70 Otoportre – Tuval üzeri akrilik ve sprey (2015-2016)
Öğrenciyken günlük çalışma rutininiz nasıldı?
Yanımda sürekli defter taşırdım. Bedenin dış dünya ile olan ilişkisini, gözün eğitimini sürekli pratik halinde tutmaya çalışıyordum. Desen, gerçekten bir resim için çok önemli. Onu unuttuğunuzda ya da yapmayı bıraktığınızda birçok şeyi daha unutuyorsunuz. Bu yüzden deseni unutmamaya çalışıyordum. Hoca’ya sürekli eskizler gösteriyordum, ‘Bunu nasıl yapabilirim? Şu nasıl olur? ‘ diye. Hatta okulu bir yarım dönem daha uzattım o atölyenin imkanlarından biraz daha yararlanabilmek için. Sık sık gözlem yapıyordum. Zaten o ortamda bulunduğunuzda bile bir şeyler yapma isteği oluyor. Sokakta da çok fazla gözlem yapıyordum, atölyede de çok fazla vakit geçirmeye özen gösteriyordum.
Atölyenin size neler kattığını düşünüyorsunuz? Ders BELGELİĞİ‘nden önceki Adekan ile sonraki Adekan arasında nasıl değişimler oldu?
Öncelikle çok büyük farkındalıklar kattığını söyleyebilirim. Bakmak ile görmek arasındaki farkı size de sormuşlardır. ‘Gördüğümüz, gördüğümüz müdür?’ sorusu. Siz buna nasıl cevap verdiniz?
Eğer gerçekte görmeyi başarırsak gördüğümüzün gördüğümüz olduğunu düşünüyorum. Ama tabii herkesin özgün bir görüşü vardır.
Neyi gördüğün de önemli aslında. Yani baktığımızda hakikate özgü şeyleri mi görüyoruz yoksa görmek istediklerimizi mi görüyoruz? Benim atölyeye dahil olma nedenlerimden birisi de buydu. Diğer atölyemde işin görev boyutu hakimdi. Ama işin aslında görmekten öte daha farklı bir boyutu var. O boyutu kavramak için biraz felsefeye yönelmek gerekiyor. Gerekiyorsa psikolojiye de yönelmek gerekiyor. Ve tüm bu yönelimler aslında Avni Hoca’nın atölyesinde fazlasıyla vardı. Oradaki o disipline katılmayı çok istiyordum çünkü o disiplin size çok şey katıyor. Temel olarak görme biçimimi değiştirdiğini düşünüyorum. İnsanın doğayla olan ilişkisini her türlü şekilde aşılamaya çalışıyordu.
Mezun olduktan sonra ne gibi faaliyetlerde bulundunuz?
Yapmış olduğum graffiti ve sokak sanatının ötesine gitmek istedim. Çok fazla tiyatro izliyordum ve ‘Bununla ilgili de bir şeyler yapabilir miyim?’ fikri doğdu aklımda. Duvarda üretimlerime devam ediyordum. Kadıköy’de bir Moda sahnesi tiyatrosu var. 2019’da Moda sahnesinde ”Ağaçların Kokusu’ isimli yeni bir oyun çıkarma süreci vardı. Ben ve 3 arkadaşım, bu oyunun metni ile ilgili Moda sahnesinin fuaye alanında bir sergi gerçekleştirebilir miyiz diye düşündük. Moda sahnesi ile görüştüm ve sergi yapma fikrine olumlu dönüş aldım. Bir taraftan sergiye hazırlanırken bir taraftan da oyunun dekor bölümüne dahil olurken buldum kendimi. Dekorun bir kısmını boyamıştım. Bunun sonucunda sahnenin teknik kısmında çalışma teklifi gelmişti. Ben de o zamanın şartları doğrultusunda kabul ettim ve tiyatroda sahne-ışık teknisyeni olarak çalışmaya başladım. 3 sene sonra bıraktım ve oranın oyunlarının operatörlüğünü yapmaya başladım. Sonrasında da burada bir ‘Studio Origin’ adında bir stüdyo, linol baskı atölyesi açtık ve baskı üzerine, sanat üzerine eğitimler veriyoruz. Olabildiğince farklı düşünen insanlarla iletişim kurabileceğim işler yapmaya çalışıyorum.
Studio Origin /Üsküdar
Peki atölye açma serüveniniz nasıl başladı, biri mi teşvik etti, nasıl ilerledi?
Buranın bir resim atölyesi olduğunu hep görüyorduk ama sadece bir perdesi ve bir iki resim vardı, kapısı hep kapalıydı. Cansu ile birlikte resim ve dövme yapabileceğimiz bir alana ihtiyacımız vardı. Alanları birbirinden ayırmak her zaman sağlıklı olmuştur. Bir gün de markete giderken gördük burayı ve 2021’in Mayıs ayı gibi tuttuk. Kendi öğrendiklerimi, bildiklerimi diğer istekli ama imkanı olmayan insanlara aktarmak için nefes alan bir oyun alanına çevirdik.
Yakın gelecekte tekrar sergi açmayı planlıyor musunuz?
Böyle bir planım var hatta kişisel bir sergi açmak istiyorum. Ama oturup bir fikir üzerine düşünüp çalışmak gerekiyor. İşin herhangi bir şey yapmak değil, bir alt metninin de olması gerekiyor. Bunun da bir bütün ve bütünlüğü insanlara aktarabileceğim bir pişme evresine geldikten sonra olabileceğini düşünüyorum. Mesela 2018’de Kasa Galeri’de 3 kişilik bir sergi açmıştık. Oradaki fikir de bir yol hikayesiydi. Bunu, bir sonraki aşamada farklı bir yere taşımayı istiyorum. Ama dediğim gibi, hayat şartlarının uygun olmasını bekliyorum.
Karaköy-Kasa Galeri – ‘Sandığın 3 Gözü’ sergisinden (2018)
Graffiti ve sokak sanatı yapmaya başlamak hayatınızı nasıl etkiledi?
İnsan, hep bir kendini var etme çabasındadır. Benim bu çabam, graffiti ile başladı ve ben onu yaptığım zaman kendimi iyi ve mutlu hissediyorum. Bu mutluluk da, peşinden gittikçe beni buralara kadar getirdi diyebilirim.
Çalışmalarınızda neyi hedefliyorsunuz?
Genel olarak dert ettiğim şey, insanların yüzlerindeki ifadeler ve bu ifadelerin taşımış oldukları duygular, bu duyguları da bir başka insana nasıl aktardıkları. Bununla çok ilgileniyorum. Mutluysan mesela, gözlerinden her şey anlaşılıyor. Veya korkuyorsan, endişeliysen bunlar yüzünden çok rahat anlaşılıyor. Ben bunları bir dönem çok dert ettim ve birebir aktarmaya çalıştım. Sonrasında beni biraz yormaya başladı. Bu yorgunluğu da soyutlamaya başlayarak aşmaya yöneldim. Genelde bu ikisi arasında gidip geliyordum. Sonra görmüş olduğum sergiler ve bunun gibi şeylerle aslında bedenin mekanla kurmuş olduğu ilişkiye yöneldim. Mesela Avni Hoca’nın vermiş olduğu insan-mekan konusu, ‘Sen bir bedensin, bu dünyada bir varlığın, sorumluluğun var ve bunların farkına var. Bunu da sanatla fark edebilirsin.’ demek istiyor. Ben de bunu o zamanlar yüz ifadeleriyle anlamaya çalışıyordum.
Haydarpaşa/İstanbul
Graffiti ve duvar resmi arasında tam olarak ne fark var?
Graffiti aslında ilk çıktığında bir alan belirleme, işte ben burada yaşıyorum, benim yaşadığım yer burası ve bir mesaj ileten insanlarla iletişim kuran bir davranış biçimiydi. Duvar resmi ise daha estetik ve güzel olan tarafı. Herhangi bir illegal tarafı yok. Gayet izinli bir şekilde gidip yapıyorsun. Graffitinin aslında biraz fontsal, grafik ve yazısal bir tarafı var. Bugün sokaktaki herhangi bir yazı da graffiti olarak adlandırılabiliyor. Duvar resmi öyle değil. Duvar resmi, tamamen bir kurallılığı vardır ve resmin temel öğelerini barındırır ama graffiti her şeyi reddediyor. Daha avangart bir tavrı var, illegal bir tavrı var. Bunun da tek nedeni senin bir şeye karşı olman, bir şeye tepki göstermen ya da içindeki o şeyi anlatman. Çünkü çekici gelen bir tarafı da var.
Haydarpaşa (2020-21)
İkisini de sanat olarak görmeyenler var. Sizce duvar resmi ve graffitiyi sanat yapan nedir?
Günümüzde özellikle postmodern sanatla beraber sanat tanımı artık değişmeye başladı. Sanatın içeriği de değişmeye başladı ve bugün biz yapılan sanat eserlerinin nasıl sanat niteliklerini taşıdıklarını artık tam okuyamaz hale geldik. Yani ben graffitiyi mağara resimlerine çok benzetiyorum. Bir şekilde içinden geldiği gibi yapıyor ve bunun herhangi bir renk, perspektif ya da başka bir anlamda bir yere oturması gerekmiyor. Estetik ya da güzel geliyorsa o güzeldir. Herkes şu an kafelere ya da restoranlara yapılan işleri de graffiti olarak adlandırılıyor. Böyle bir tarafı yok aslında. Mesela postmodern tavır içinde ya da özellikle çağdaş sanat içinde artık izleyicinin sanat eseriyle baş başa kalması hedefleniyor. Bu anlamda Refik Anadol’un işleri baya iyi. Adam seni bir şeyin içine dahil ediyor, sen onun etkisini çok net bir şekilde okuyabiliyorsun. Graffitinin de sokakta olması zaten içindesin demektir ve postmodern bir davranıştır aslında. İlk başlarda bunun böyle olduğu bilinmiyordu ama resmin içindeki kavramlar, sanatın içerikleri… bunlar yavaş yavaş olgunlaşmaya başladıkça ya da farklı açılardan bakılmaya başlandıkça graffitinin aslında çok sanatsal bir tavrı olmaya başladı.
Size bir de şöyle bir örnek verebilirim: Sanat ne zaman gezinmeye başladı? Tuval ve yağlıboyanın icadıyla. Ve aslında Empresyonizm ile başladı. Ne yaptılar, doğayı gözlemlemeye gittiler. Tuvallerin ve yağlı boyaların icadı olduğu için, yağlı boyalarını ve tuvallerini de götürdüler ve sanatçılar bunu ışığın anlık durumlarına göre gerçekleştirdiler. Kendi evinden çıkıp o dağı gözlemlemeseydi sence bunlar olabilir miydi? Davranışın arkasında yatan şey, yeni bir keşfe yol açıyor. Graffitiye şöyle bağlayacağım, bugün graffiti de aslında geziyor. Bugün şehrin birçok yerinde benim çalışmam var. Bunun geziniyor olması, bir başka beni tanımayan bir insanın, benim hakkımda fikir sahibi olması anlamına geliyor. Keza graffitinin trenlere yapılıyor olması, geziniyor anlamına geliyor. Bak ne kadar ortak yanı var ama graffitiyi hala daha sanat olarak tanımlamıyoruz. Yani, biz tanımlamıyoruz daha doğrusu. Avrupa bunu çok fazla aştı. Sanat olarak tanımladığımız, insanın dışarıyla kurmuş olduğu o ilişki var ya, gezmek, gezdiği yerleri tuvale aktarmak aslında hep gözleme dayalı şeyler. Bugün de hala devam ediyor, değişen hiçbir şey olmadı sadece biçimi değişti. O yüzden sanat tarafı var ama tavır olarak aykırı olduğu için insanlar bunu durup düşünmüyorlar, önlerine konulanı kabul etmek zorunda kalıyorlar. Bu şekilde cevaplayabilirim.
Göztepe/Kadıköy (2013)
Kendinize örnek aldığınız sanatçılar var mı?
Evet, şu an tiyatro ile daha çok vakit geçirdiğim için bu tarafı biraz ihmal ettim ama bu esnada duvar resmi yapanları takip etmeye çalışıyorum. Özellikle şu kişinin yaptığı iş iyidir demiyorum ama dünyada nitelikli olarak üretilen çalışmaları görmek ve onların ne durumda olduklarını takip etmeye çalışıyorum.
‘Kurnaz‘ Haydarpaşa (2015)
Sanatın sizin için hayattaki önemi nedir?
Aslında en başında da söylediğim gibi, bireyin doğayla – bu kent olur ya da başka bir şey olur – ilişki kurma biçimlerinden bir tanesi olduğunu düşünüyorum. En etkili, en anlaşılır en sağlıklı, en iyi gelen tarafının sanatla yapılabileceğini, diğer türlü çok sapkın ve cahil bir tarafa sürükleneceğimizi, sanatın çok fazla geliştireceği ve medeni bir tarafı olduğunu düşünüyorum.
Adekan bugün kendini görmek istediği yerde mi?
Yaptıklarımı düşünecek olursam ‘evet’; yapamadıklarımı düşündükçe ‘hayır’ diye cevaplayabilirim. Bir yol bu aslında ve bu yolculukta neler toplayıp, edinebilirsek yaşamış olacağız. Keşke yaşımız itibariyle daha olgun bir ortamda ve çevrede büyüyebilseydik ve ben bu atölyeyi 10 sene önce açabilseydim. Her şey daha farklı olurdu. Yani biraz imkanlar ve şartlar doğrultusunda kendimi iyi yerde görüyorum, evet.
Peki bundan 10 yıl sonra kendini nerede görüyorsun?
10 yıl sonra aslında yaptığım işlerin diğer insanlarla daha fazla iletişim içinde olduğu ve bu etkileşimin iyi sonuçlar doğurabileceğini umduğum ortamlarda bulunmak, daha çok böyle hayata ve yaşama dair soruların ve sorunların konuşulabildiği çözümcü bir tarafta bulunmayı her zaman kendime hedef olarak koyuyorum. Yani bugün herhangi bir sorunda haklı taraf olmayı değil de sorunun kendisini çözebilmeyi.10 sene sonra gerçekte bu işi daha nitelikli ve profesyonel bir şekilde yapabilecek tarafta kalmayı ve insanlara da iyi tarafta kalmayı teklif eden kişi olmayı hep umuyorum. Aynı zamanda çok üretmek istiyorum.
Hiç kitap yazma gibi bir düşüncen oldu mu?
Hayatımın belli dönemleri oldu. Graffitiye ilk olarak yazı yazarak başladım. Sonra bana çok sıkıcı gelmeye başladı. Buraya geldikten sonra daha figüratif işler yapmaya başladım. Hatta bir ara büyük murallar yapmaya başladım 6 metre yüksekliğinde. Bu dönemleri geriye döndüğümde ne yaptığımı göstersin diye kendimi anlatan, yaşamış olduğum bu süreci hem kendime hem başkalarına gösterebileceğim bir arşivlik olmasını istiyorum aslında.
‘Renkli Aile Portreleri’ – Kadıköy
Peki, sanat yolunda ilerlemek isteyen biz gençlere tavsiyeleriniz, önerileriniz nelerdir?
Olabildiğince çok fazla sanatın biçimleriyle ilişki kurmayı ve o biçimlerin ortaya koydukları şeyle olan ilişkisini çok fazla gözlemlemenizi tavsiye ederim. Çok başka insanlarla iletişim kurmanızı, olabildiğince sıyrık olmanızı, girişken olmanızı, herkesle konuşabilmenizi, onların gerekirse başını ağrıtmanızı tavsiye ederim. Çok fazla gidip görmek, tatmak, bilmek, öğrenmek gerekir. Hayatın para kazanma kısmı da var. Hem paranızı kazanıp hem de sanat kısmınızı besleyebildiğiniz alanlarda olun. Ben o yüzden tiyatroyu seçtim. Çalıştığım ışık tekniği de çok fazla resmin öğelerini barındırıyor. Yani bir gölgenin, bir ışığın kaynağını resim yaparken de gözetliyorsunuz. İleride yapacak olduğum işlere de desteği olacak bunun. Sergi açmak istediğimde bir ışık enstalasyonu da yapmayı düşünüyorum. Daha önceden olsaydı sadece resimde, tuvalde o işi yapıp asardım ve kenara çekilirdim. Ama işin felsefi bir alt metin boyutunu tiyatrodan öğrendiğim ışık tekniğiyle başka bir şekilde gerçekleştirebilirim. Bu anlamda siz de mesela bir sanat galerisinde ya da tiyatro gibi yerlerde bir bedel kazanabilirsiniz. Oralarda kalmayı hiç unutmayın derim.
Çok teşekkür ederiz tavsiyeleriniz ve değerli katkılarınız için.
Rica ederim, ne demek. Ben teşekkür ederim.
Söyleşi: Semra Güler
Söyleşi tarihi: 21 Şubat 2022 Düzenleme: Zeynep Habiboğlu, Semra Güler, İlayda Çakır Çalışma Grubu: Semra Güler, İlayda Çakır, Merve Koral, İrem Mürselay, Zeynep Habiboğlu
Yazar
Son Yazıları
- Haber22 Eylül 2023‘ders Belgeliği’ Mezunları Fresh Ankara’da
- Eğitim22 Temmuz 2023Buket Ada Kılıç, ders BELGELİĞİ Çalışma Raporu
- Eğitim9 Haziran 2023Mustafa Aykurt ve 22. Belgelik Sergisi
- Eğitim3 Haziran 2023Soyutlama ve Duyumsama – Özkan Eroğlu Söyleşisi
İlk yorum yapan siz olun